13 Nisan 2024 Cumartesi

alıntının alıntısı

"durgun bir su kadar
güzel bir yüzle durduruldum
duruldum"

diye bir mısra çok okumuştum
çok uzun zaman önce
kime aittir hala bilmem...

9 Nisan 2024 Salı

yeniden okumalar

"hoşlandığımız eserleri mutlaka tekrar okumak gerekir. ikinci, hatta üçüncü okuyuşumuzda evvelce dikkat etmediğimiz güzellikler bulacağız. çünkü bir kitap da bir şehir gibidir: onu anlamak için, turistler gibi içinden otomobille geçmek, hatta sokaklarından bir defa ağır ağır yürüyerek geçmek elvermez. dikkate lâyık yerlerde tekrar tekrar dolaşmak, şehrin içinde bir müddet yaşamak lâzımdır."*


*:andré maurois

6 Nisan 2024 Cumartesi

adalet

her şey, "korkma yaklaş" notuna eklenmiş, o çok bilinen siteyi işaret eden bir linkle başladı.

şarkının bu hâlini beğendim dersem yalan olmaz. mustafa sandal'ın ispanyolca zırvalamaları olmasa 'çok' bile beğenebilirdim.

bahsi geçen şarkıyı çok dinlemiş olmalıyım ki, eskilerden bir şarkıyı da sıraya koydu o ünlü site: gidenlerden...

bir çeşit özlem ve nostalji duygusuyla dinlemeye koyulmuştum ki, "gidenlerden bir tek seni bana ekledim," dediği yerde ben durdum, şarkı devam etti.

bazan artistlik olsun diye "yorgun ve kirli" dediğim geçmişimde şarkıda bahsi geçen "bir tek"ten yoktu benim. hayır, elbette hüzünle ya da acıyla fark etmedim bunu. aksine kendimle gurur bile duydum.

bitenler bitme zamanı geldiği için bitmiş, gidenler gitmesi gerektiği için gitmişti. sebebi ister ben olayım isterse muhatabım, aklımda, fikrimde en ufak bir şey kalmamıştı gidenlerden. ya da bitenlerden.

her şey olup bittiğinde de bir tekini bile kendime eklemeden yola devam etmişim tabula rasa misali. kaldı ki, "üzmem, çünkü ben yarıştırmam".

"adalet, dediğin budur işte." diyerek kendimi alkışladım. kimseye haksızlık etmemişim. vakti geldiğinde hepsini de unutmuşum. "aferin," dedim, hatta klişe olduğunu bile bile uzandım, kendi yanaklarımdan öptüm.

şimdi, "hadi oradan," deyip, nefes dahi almadan, "senelerdir a mıdır, be midir nedir? anlatıp durduğun neydi?" diyecekler çıkabilir.

verip cevabımızı, ufka doğru yürüyelim peşi sıra.

verdiğim kıymeti inkar edecek değilim. ama bizden olmazdı. olmadı da. o gemiye kendi ellerimle bindirdim sandığım, onu ona hiç de uygun olmayan bir hikâyeye ittim diye kendi yolumda biraz mahçup, biraz üzgün, biraz kızgın, yani kısaca kırık yürümekti benimkisi.

ama gün gelip de, o gemiye onu bindirenin ben olmadığımı, bile isteye içine balıklama daldığı hikâyede tam da hayata bakışına ve kimliğine uygun davrandığını, başka bir deyişle masum olduğumu ve onu aslında hiç mi hiç tanımadığımı, hatta uydurduğumu anlayınca geçti gitti.

3 Nisan 2024 Çarşamba

paralel evrenler: on yedi

iki şarkıcı. ikisi de söz yazarı.

biri türk, diğeri amerikalı.

türk olan "bizim mahalle"den. o kadar çok severim yani. amerikalı olansa "gavur dostlarım"dan, yani "öteki çarşı"dan. ikisinin de emeği çoktur bende. hayatıma temasları 'beni ben yapan' şeylerdendir. tıpkı sinema dergisi ya da atilla atalay gibi.

benzerlikleri benim için 'en' olmalarıyla değil sadece, şarkılarından ilk akla gelenlerin vardıkları noktadan çok uzaktaki kaynaklarıyla da içimdeki dostluklarına dostluk katıyorlar.

*

sene iki bin. ya da iki bin bir... bursa karacabey'deki bir konser sonrası, dinleyiciler arasındaki veteriner çiftin davetiyle karacabey harasına giden feridun düzağac orada bir tayla karşılaşır ve sevmek için şefkatle ona yaklaşırken ağzında o ünlü nakarat dökülür: gel tanışalım önce...

kalp kırıklığı ya da sevgilinin olmaması gereken bir yerdeki mevcudiyeti falan değildir sebep. sadece ve sadece bir market alısverişi sırasında bir annesinin küçük kızına söylediklerini duymuştur chris isaak: baby did a bad bad thing.

30 Mart 2024 Cumartesi

üç roman, bir arka kapak yazısı

şu an dag solstad reisin 17. roman adını verdiği romanı okuyorum. bundan önce de son adım'ı okumuştum.

son adım, günümüz türk edebiyatından bir şeyler okumak niyetiyle listeye aldığım romanlardan biriydi. aynı niyetle okuma listesine dahil ettiğim iki romandan, hem istasyon hem de tehdit mektupları'ndan daha iyi olduğunu düşünüyorum. ayhan geçgin'in kalemi de hem birgül oğuz hem de aslı biçen'den daha güçlü geldi bana.

kitapları, herhangi bir bilgiden yoksun, sadece sosyal medya rastlantıları ve övgüleri yüzünden aldım. bir tek aslı biçen hakkında bir fikrim vardı: fransız teğmenin kadını gibi muhteşem bir çevirinin sahibi.

hem istasyon hem tehdit mektupları olmamışlık hissiyle aklımda. yazarlarının da, daha iyi yazabilirdim, diye düşündüğüne eminim.

bu açıdan bakınca, son adım'ın daha olgun bir roman olduğunu, zaman zaman yüksek edebiyat tadı verdiğini söyleyebilirim. kitabı biraz da ali ihsan'ın yolu nereye çıkacak merakıyla okudum.

cevabını aldım. son satırların altındaki boşluğa tarihi not düştüm. peşi sıra kitabı kapatınca arka kapak yazısıyla burun buruna geldim. okudum haliyle. okudukça da başımdan aşağı kaynar sular döküldü.

/merak eden bulup okuyabilir ama kitabın konusunu açık etmeden bir örnekle açıklamayı isterim: örnek romanımızda kahramanımız liseyi yeni bitirmiş ve ne olacağına karar verememiş amerikalı bir genç olsun. bir yılı dinlenmeye ve düşünmeye ayırmak, peşi sıra karar vermek istiyor.

dinleniyor. düşünüyor da. bir kaç ay sonra ailesine yolculuğa çıkmak istediğini söylüyor. çıkıyor da.

yolu türkiye'ye, ege sahillerine düşüyor. gün batımını seyretmek için sahile indiği bir akşam balık ağlarına dolanmış ölü bir yunus görüyor ve diyor ki, "dünyada en az bizim kadar hakkı olan bu canlıların yaşam alanlarını gasp ettiğimiz yetmezmiş gibi bir de dikkatsiz ve bencil davranışlarla ölümlerine neden oluyoruz."

huzur versin düşüncesiyle, ölmüş de olsa yunusu ağlardan kurtarıyor ve kaldığı pansiyona doğru yürüyor. arka kapak yazısı da, kahramanın arayışı, düşünsel serüveni ve sorgulamaları değil yukarıdaki cümle, editör yorumu da, "çevre bilinci, hayvan hakları ve çevre kirliliğinin doğal yaşama etkileri üzerine derinlikli bir roman."

ne olsa küresel ısınma, çevre bilinci, karbon salınımı, hayvan hakları çağındayız./

ne kadar alçakça değil mi? insan elinde olmadan öfkeleniyor. kişiyi yanlış yönlendiriyor çünkü. alenen arka kapak yazısından dolayı kitabı alacakları da kandırıyor.

son adım, özetle, varoluşun boş ve kasvetli uğultusuna ya da müzmin kayıtsızlığına karşı kendi cevabını arayan otuzlu yaşlardaki bir adamın hikâyesi. sorunun da cevabın da içimizde olduğunu, cehenneme dahi gitse insanın kendinden kurtulamayacağını anlatıyor. 

ve arka kapak yazısının bununla bir ilgisi yok. evet, hiç yok.

/birileri çıkıp, "yanlış anlamışsın şekerim" derse, kendilerine sadece okur- yazar olmadığımı hatırlatmak isterim./

arka kapak yazısının mantığını anlayamadığım için içgüdüsel olarak yayın yılına baktım: iki bin on bir. her şeyi konuşabiliriz diye umutlandığımız tarihler...

metis de bu havadan faydalanmak istemiş anlaşılan. ticari niyetle yapılmış olsa romana haksızlık eden soysuz bir tavır bu. demek ki para söz konusu olunca metis de bir kitapları yalnızca marketlerde, kasaya yakın raflarda satılan yayınevleri de.

en kötüsü de şu. belki de en acısı. kahramanı aylak adam'ın c.'si, anayurt oteli'nin zebercet'i, hatta yabancı'nın meursault'uyla ruhdaş bir roman yazan bir yazar eserini genel geçer bir politik gündeme alet etmeyi göze alabilir?

kahramanına bunu nasıl yapar?

27 Mart 2024 Çarşamba

dakika ve skor

"Hatalarını düşünmeye çalışıyorsun. Belki, diyorsun, içten içe ben istemişimdir böyle olmasını, ya da bendeki bir şey, yaşamım bu biçime bürünsün diye kendimden bile gizli çalışmış, elinden geleni yapıp durmuştur. Küçümseme kılığında elimdekileri geri teptim. Elimde kalanlarlaysa hiçbir şey yapmadım.
Başka bir yaşam olanağını hiçbir zaman düşünmedim, gerçekleşir gibi olduğunda ise gerekli adımı, o son adımı atmadım. Aksine kaçtım bundan. Hiçbir şeye gereksinimim yok dedim. Ama gelmesi gerekenin gelip önüme serileceğine de inandım. Belki talihime anlamsızca, körü körüne inandım."*


*:ayhan geçgin, son adım

25 Mart 2024 Pazartesi

seçim vaatleri

çok sevdiğim bir fıkra var. izin verirseniz konuya onunla girmek isterim. ama biraz edepsiz. "yine mi edepsiz!" diyecekleri ise buraya alayım.

adam. karşısında doktor. konuya nasıl gireceğini bilmiyor. sonunda derin bir nefes alıp, olsun n'olacaksa, diyor.

"arkadaşlarla ne zaman bir araya gelsek konu oraya geliyor, bir gecede beş diyor biri. sonra sayılar uçuşuyor havada. altı, yedi, on, yüz bin beş. böyle olunca susup kalıyorum. çünkü benim sayım bir, hadi olsun iki. nedir bunun çaresi?"

"siz de söyleyin," demiş doktor. "siz de söyleyin." 

seçim vaatlerine bakıyor musunuz? tıpkı doktordan, "siz de söyleyin," tavsiyesi almış ve alır almaz sokağa fırlamış gibi bütün adaylar.

saydıkça sayıyor, upuzun listeler uzatıyorlar okuyalım diye. ne kadar çok madde sunarsak, ne kadar farklı şey söylersem o kadar iyi diye düşünüyorlar.

ya da kimselerin bu vaatleri sorgulamayacağını biliyorlar. hatta yapılacaklar listesine bile bakmadıklarını.

seçmen bütün vaatlerin yalan olduğunu biliyor, siyasetçi de seçmenin bildiğini.

plana ya da programa, yapılacak listesinin mümkünlüğüne, en önemli konuda en doğru çözüme değil isme verilecek oylar çünkü.

en kötüsü, hatta en rezili de oy verenler x'e verdikleri oyu x güzel diye değil, çirkin olduğunu düşündükleri y'ye oy vermemek için verecekler.

19 Mart 2024 Salı

eskiden, çok eskiden

aslı biçen'in tehdit mektupları'nda dedikleri:

"sana sevgilim diyorum ama o muhteşem 'm' ne kadar benim yapıyor seni? nana ait misin gerçekten? bu sevmecilik işleri tapusuz olmuyor. ama sen asla tapu istemez, tapu vermezsin. bütün herkes senin kadar kendine yetse devrim mevrim olmazdı. seninle örgütlenmek dünyanın en zor şeyi. ben ki dünyanın en örgütsüz adamıyım başımı altına sokmak istediğim yegâne çatı sensin."

*

tam burada hayatın cahili, yolun başındaki acemi çocuğu anıyorum. o dost meclisinde nasıl da heyecanlı, nasıl da umutluydu.

"sahip olmayı hayal ettiğim şey ev, araba, aile vesaire değil," demişti.

"sevgili, sevgilim olsun yeter."

17 Mart 2024 Pazar

dakika ve skor

"O gece lilith'le kabil son kez birlikte yattılar. Lilith ağladı, kabil ona sarıldı ve o da ağladı, ama gözyaşları uzun sürmedi; bir süre sonra, onları sarıp sarmalayan aşk tutkusunun hâkimiyeti ve yönetimi altında çabucak zincirlerinden boşanıverdiler; çılgınlığa, mutlağa, varana dek, sanki dünya bundan başka bir şey değilmiş gibi, iki âşık birbirlerini sonsuzca yiyip yuttular ve sonunda lilith kabil'e, Öldür beni, dedi. Evet, belki de kabil'le lilith'in hikâyesinin mantıki sonucu bu olmalıydı ama kabil onu öldürmedi. Dudaklarından uzun uzun öptü, sonra ayağa kalktı, son bir kez baktı ve gidip geceyi kapıcı yatağında geçirdi."*


*: josé saramago, kabil

13 Mart 2024 Çarşamba

günün sorusu: alışveriş

"alışverişe çıkmak mutluluk verir" iddiası gerçek değil de kapitalist sistemin ve onun büyüttüğü tüketim çağının ihtiyaç duyulduğu her yere payanda olan psikoloji sayesinde insanlara dayattığı bir şey olabilir mi?

11 Mart 2024 Pazartesi

kuyruk

kadın erkek, yaşlı genç, çoluk çocuk uzun bir kuyrukta bekliyorduk. upuzun bir kuyruk. uzun kuyrukların doğası gereği de yavaş ilerliyorduk.

amerikayı yeniden keşfetmişçesine, "kuyruk ne kadar uzunsa ilerlemek o kadar yavaş olur," diyeceklere de, bunun aklıma geldiğini ama yazmak istemediğimi söylemek isterim.

neyse... kuyruk o kadar yavaştı ki, bu durumlarda kitap okuyan biri olsam harp ve sulh bahsini kapatabilirdim.

aynı şakayı bir defa yapmıştım biliyorum. rolland garros finallerinden birinde nadal ve 'küstah sırp' djokovic arka çizgide bekleyip topu sadece karşı tarafa atmakla meşgulken. allahım!.. nasıl da sıkılmıştım. gerçi iyi aile çocuğu federer'i de özlemiş olabilirim. en azından şimdi özledim. en iyisi burada ara verip david foster wallece'ın tenis yazılarından mürekkeb sicim teorisi'ni kitaplıktan alayım, inan özdemir'in çevirdiği kutsal bir deneyim olarak federer başlıklı denemeyi okuyayım. hayır, youtube olmaz, oraya dalınca bir daha çıkamıyorum.

derken tanıdık bir melodi duydum. popüler olmayan ama benim sevdiğim, roman yazsam "iki yanıma dizilen sargant fury'nin gençleri safları sıklaştırmıştı" diyeceğim, film yapsam o sahnede çalacağım türden bir parça. yani çok kişisel. tıpkı bir küçük aşk gibi. son bir kaç yıldır doksanlar deyince aklıma gelen, muhtemelen benden ve yakari'nin küçük erkek kardeşinden başka kimsenin bilmediği bir parça bu. kaldı ki ben de onun sayesinde haberdar oldum.

kişisel, kişisel olduğu kadar dinlemeyi de çok sevdiğim bu parçayı duyunca ister istemez meraklandım. tamam, itiraf ediyorum; benimle aynı anda, aynı kitabı okuyan birine denk gelmişim gibi heyecanlandım da.

yanımda yöremde müzik dinleyen birilerini aradı gözlerim. çünkü müzik kulaklıktan taşıyordu muhtemelen. ne de olsa sert müzikler 'son ses' dinlenir.

sesin nereden geldiğini anlayamadığım yetmezmiş gibi bir de kablosuz kulaklarıyla sıranın ilerlemesini bekleyen bir kaç kişi fark ettim. elimde olmadan kuruldum fark ettiklerime.

çünkü, kulaklarım içine tıkaç gibi sokulan o cihazların düşmanıyım. adam benimle konuşuyor sanıyorum ama kulak kabartınca, "çık o hisseden, olduğu gibi işceye gir," dediğini duyuyorum. "efendim," diyorum bana yönelen hanım efendiye, "diyo ki, rejime başladım. ayol sen önce iki kat için asansör kullanmayı bırak" diyo. bu diyo da nerden çıktı diyosanız, başlayınca bırakamıyosunuz, bırakabilmek için paragrafı bitirmeniz gerekiyo.

diyeceğim o ki, günün birinde "vnf. sokak kavgasına karıştı" diye bir haber duyarsanız sebebi budur. kız mevzuu, alacak verecek meselesi diyenlere kesinlikle kulak asmayın.

baktım olmuyor hafifçe eğilip öndeki hanımefendinin sırt çantasına bile kulak kabarttım. iyiki de eğilmişim. böylece sesin benden, sol pantolon cebimden geldiğini fark ediverdim.

meğer tuş kilidi aktifleşmeden telefonu cebime koymuşum. ihtimaller ard arda gerçek olmuş, üzerine müzik dosyam da bana oyun etmiş.

bir süre ne düşüneceğimi, ne hissedeceğimi bilemedim. merakımı gidermiş olmanın rahatlığı, bir ruhdaş olasılığının ortadan kalkmasının verdiği hüzne karıştı. 

sonra da yanıma harp ve sulh'ü almadığıma pişman oldum.

şarkı mı? burada. paha biçilemez olan.