30 Eylül 2009 Çarşamba

kitaplığın raflarını yormak

bu deyişi nerede duyduğumu, nereden çalıp buraya taşıdığımı bilemesem de galiba içimde nereye denk düştüğünü söyleyebilirim.

kitaplığın önünde dikilip bir süre kitapların, duvarın da ötesine bakar,ardından okuduğunuz* kitaplardan birini elinize alırsınız. okunmuş kitabın sayfalarını karıştırırken o zamanlardaki 'siz'i anar, o günlerdeki 'siz'i özlersiniz. bizi anbean değiştirip duran şu hayatın kitaplığın karşısında geçen o kısa anında 'eski siz' olabilmeyi boş bir iyimserlikle istersiniz. ya da okumadığınız** kitapları elinize alır çoğunlukla uyul(a)mayan okuma planları yaparsınız.

bütün bunlar için 'istanbulu yanınızda taşımak' istersiniz, bir gün yerleşik hayata geçip şu hayatta en çok istediğiniz üç şeyden biri olan duvarları kitaplarla örülmüş bir odanın hayalini kurarsınız.

birden aklınıza 'upuzun kirpikleri havayı süpüren, kocaman gözleriyle size şefkat dolu baktığında ne yapacağınızı bilemediğiniz' güzel kadının hatırası körleşmenin kahramanı profesör kien gelir ve okurken öfke, kitap bitip roman üzerine düşünürken şefkat duyduğunuz elias canetti kahramanı profesör kien gibi kitaplığınızı kafanızda taşımak istersiniz.

ama istanbul kilometrelerce uzaktadır, yerleşik hayat belirsiz bir tarih..

profesör kien ise bir roman kahramanı.

siz de oturup 'kitaplığın raflarını yormak' başlıklı bir yazı yazarsınız.




*: altını çizdiğimiz satırlar ya da derkenara düştüğümüz notlar, gelecekteki kendimize yazdığımız mektuplardan başka nedir ki?

**: kitap okumayı bilmeyenlerin sorusudur 'bunların hepsini okudun mu?' ve erbabı bilir mümkün değildir 'hepsi'ni okumak.

Hiç yorum yok: