29 Eylül 2009 Salı

şehir

ya da kasaba...

neredeyse yarım daire biçimindeki bir koyun etrafına kurulmuş küçük bir yer burası. ve gökyüzünden seyretme şansı olanlara ise evlerin dizilişi en çok bir hilali anımsatırdı.

sırtını denizi seyre durmuş tepelere yaslamış, eskisi kadar ışıltılı olmayan şimdiki halini unutmaya çabalıyor.

bir ırmak o tepelerin arasında bulduğu bir boşluktan denize yürür. şehir en çok bu yüzden burada belki de. şehirlerin ortasından bir nehir akmaz, eskiler şehirleri nehrin kenarına kurarmış çünkü.

ırmağın kenarında bir yol var ona eşlik eden. dağların ardını denize getiren. ya da denizi "dünyanın sonunu karşı dağların bittiği yer sanırdım"* diyen çocuklara götüren.

yüzünüzü denize döndüğünüzde koyun sağ yanında bir balıkçı sığınağı vardır. gidip de dönmemek isteyenlerin her defasında gidemeyip döndüğü limanlar gibidir. arkanızda yüzyıllık seslerin yankılandığı çarşıda insanlar biteviye gelip gider. bütün mavi gözlü şehirler gibi sokaklar denize dik iner. sol tarafta kalan tepede önceden nato üssü olan, bugünlerde ise bir kaç askerin eski bir anıyı korumaya çalıştığı askeri bölge denizi seyreder durur.

deniz feneri ise hilalin sol ucundadır. burası aynı zamanda nato üssünün alt tarafından geçerek başka şehirlere giden sahil yolunun denizden en çok uzaklaştığı yerdir. dikenlerle kaplı, neredeyse taşlık dümdüz bir toprak parçası denizin içine doğru uzanır. bu toprağın denizdeki uzantısı kayalık olarak devam ettiği için de sığ sulardan ve görünür görünmez kayalıklarla tehlikeye dönüşen bu yerden gemiler uzak dursun diye orada yüzyıllar boyu her akşam devasa ateşler yakılmış.

nihayetinde oraya bir deniz feneri kurulmasına karar verilmiş.

ve büyük dedemin bu işle meşgul olmasına.

belki de bir 'yazgı'ya...


*:ahmet uluçay, davet

Hiç yorum yok: