14 Ocak 2010 Perşembe

masumiyet müzesi

okumanın üzerinden neredeyse bir buçuk yıl geçti ama orhan pamuk hala gözümüzü değilse de gönlümüzü şenlendirmeye devam ediyor.

*

aslında hikaye iyi başlamıştı; tarif cümlelerinde geçen tutku ve melankoli gibi baştan çıkarıcı iki kelimenin varlığı, bizi, romanı daha da merakla bekler yapmıştı.

banu güven röportajı 'reklam kokan hareketler'di ve giderek arzu nesnesinden tüketim objesine evrilen 'kitap' a ilişkin pazarlama stratejilerini ise asla kredi kartıyla ya da taksitle kitap almayan, kitap marketlerden alış veriş yapmayan biri olarak kabul etmem mümkün değildi.

'masumiyet'in müzesinin kurulabileceğine hiç inanmadım. hala da inanmıyorum.

kitap mı? beğendim. kusurlar bulsam da zaten beğeneceğimi biliyordum.

*

ardından tanıtım yazıları başladı. ve gönlümüz bir hoş olmaya.

orhan pamuk milliyet kitap'ta yayınlanan ve masumiyet müzesi' nin ilham kaynaklarını ele veren yazısında, flaubert’in çok bilinen meselinden* yola çıkarak ‘kemal yoksa siz misiniz? diye soranları ‘ben flaubert’im mösyö’ diye cevaplayarak, kendi deyişiyle ‘meraklı ve zeki okuyucular’ına göz kırpıyordu.

ardından italya' da çıktı ortaya, kitabının italyanca baskısının tanıtımı için milano' da düzenlenen toplantıda yaptığı konuşmada "mutluluğun pek çok tanımı var, çünkü bu kişiden kişiye değişen bir şey. gençken, mutsuz ama akıllı olmanın çok daha iyi olduğuna inanırdım, şimdi ise ömrümden elli yedi yılı tükettikten sonra, birazcık aptallığın da fena olmayacağını düşünüyorum." diyerek.

sonucusu ise geçtiğimiz günlerde yaşandı. (ki sonrasında yazmak istedim bu yazıyı.)

bu defa kitabının ingilizce baskısı için okurlarıyla buluşan yazar, londra' daki toplantıda kitabın kapağını yapan ahmet ışıkçı'nın ilk romanındaki hayali bir karakter olduğunu, kapağı yapanın kendisi olduğunu söylüyordu.

kitap için çalışırken, altmışlı ve yetmişli yılların istanbul'una ait birçok fotoğrafa bakan yazar, kapaktaki fotoğrafı da bir internet sitesinden bulmuş. bir arabada beş kişiyi gösteren orijinal fotoğrafın arka planında, boğaz manzarası yerine, ankara'da bir orman manzarası varmış ve photoshop kullanarak arka manzarayı değiştirmiş. hatta sadece arka manzarayı değil, arabada oturan erkeklerden birine photoshop ile pantolon askısı bile eklemiş.



*meraklısı için not: yayınlandığı dönemin ahlaki karanlığına bir çekiç gibi inerek sansasyon yaratan madam bovary romanından sonra kendisine sorulan ‘madam bovary kim?’ sorularına flaubert'in ‘madam bovary benim.’ diye yanıt verdiği rivayet edilir.

2 yorum:

hibon dedi ki...

Milliyet Kitap'ta çıkan yazıdan haberim yoktu. aslında Masumiyet Müzesi hakkında herhangi birşey okumamıştım şimdiye kadar. bir tür savunma mekanızması. romanın oluşumuna ilişkin bir şeylerden haberdar olduğumda hayal kırıklığı kabilinden bir duyguya kapılıyorum. romanın oluşumunu zorunlu kılan şeyin bu sürecin tarif edilemezliği olmalıymış gibi geliyor, diye tarif edebilirim belki. tabi naif okur serzenişleri benimkiler. ama en azından yazar biyografilerinden uzak durmayı sürdüreceğim sanırım.

verbumnonfacta dedi ki...

benim orhan pamukta ısrarla görmek istemediğim yanlardan biri bu. yani yazarlığı meslek olarak seçmiş olması. sabah kahvaltıdan sonra yazı masasının başına oturması.
yazarlığını bu denli tutmasaydım, siz 'kalemi yonttum. yonttuktan sonra tuttum öptüm. yazmasam deli olacaktım.' diyen yazarlardan değilsiniz, diyerek terkederdim.
bir de ben her şeye rağmen yan öyküleri seviyorum galiba. söz gelimi tenisi seviyorum ama sharapova' nın iki bin sekiz atp madrid turnuvasında giydiği retro kostüm, dostoyevski hayranı, gözlüklü çocuk tipsareviç daha çok sevdiriyor.