1 Şubat 2010 Pazartesi

o sahne: the painted veil (2006)

yönetmen john curran muhitimizde tanınan bir isim değil. the painted veil ise sundence’ da en iyi senaryo ödülü'nü alan we don’t live here anymore’dan sonra izlediğim ikinci filmi. zaten 'eserleri' başlığı da ikisi yapım aşamasında altı filmi işaret ediyor.

sundence galibi filminde otuzlu yaşlarını süren, üniversiteden itibaren yakın arkadaş olmuş hank ile jack'in ve ailelerinin hikayesini anlatırken, somerset maugham'ın klasik olmuş romanı the painted veil'den uyarladığı bu filmde ise genç bir ingiliz çiftin hikayesini konu alıyor.

her iki film de yanlış giden bir evliliğin doğurduğu sadakatsizlik etrafında meydana gelen olayları anlatır. yargılamaz, suçlamaz, çözüm önermez. sadece her şeyin bir nedeni olduğunu bilmenizi ister.

hastası olduğumuz naomi watts ve edward nortan'ın birbirlerine uygun olmadıkları halde evlenen kitty ve walter fane'i candırdığı filmde o sahne bir anlamda hikayenin asıl başladığı yerde, şanghay’ da geçer:

yepyeni bir ortamda, hiç durmadan yağan yağmurun eve hapsettiği kitty ve ışığı kapatmadan sevişemeyen, sevişme öncesinde terliklerini bile özenle çıkartıp düzgünce bırakan ve bir fikri olmadığında susan walter başlarına gelecekleri bilseydi, acaba townsendlerin cumartesi gecesi için yaptıkları daveti kabul ederler miydi?

o akşam çin tiyatrosu izlenecektir ve charlie townsend ile kitty oyunu eşlerinin biraz gerisinde yanyana izlemek durumunda kalırlar.

o sahne ise bazan araya tiyatro sahnesinden görüntüler girerken charlie ve kitty arasındaki konuşmayı içerir:

“-are you enjoying it?
-i’ve never seen anything like it.
-every gesture has a meaning. see how she covers her face with the cloth? she is mourning her misfortune.
-what happened to her?
-she was sold into slavery. condemned to a life of drudgery and despair in a strange land far from home. see the chains? they represent the heavy bondage of her poor trapped soul from which there is no escape. and so she weeps. she weeps for the lively, vivacious girl she once was for the lonely woman she has become and most of all she weeps for the love she'll never feel for the love she'll never give.

(kitty şaşkınlıkla sorar)

-is that really what she's saying?
-actually, i haven't a clue what she's on about. i don't speak chinese.”



*serbest çeviri:

"-beğendiniz mi?
-daha önce hiç böyle bir şey görmemiştim.
-her jest bir anlam taşıyor... şu kızın, yüzünü elbisesiyle nasıl da sakladığını görüyor musunuz? bedbahtlığının matemini tutuyor.
- ona ne olmuş?
- köle olarak satılmış. evinden çok uzaklarda, bilmediği topraklarda, ağır şartlar altında ve umutsuzluk içinde bir hayata mahkum edilmiş... zincirleri görüyor musunuz? onlar; kapana kıstırılmış ve hiçbir çıkışı olmayan zavallı ruhunu temsil ediyor... ve ağlıyor. yaşlar gözünden, bir zamanlar neşeli ve hayat dolu olup, şimdi yapayalnız bir hale dönüşen o kadın için dökülüyor. hepsinden de çok, bir daha kalbinde hissedemeyeceği ve birine veremeyeceği aşk için ağlıyor.
- bunları mı söylüyor gerçekten?
- doğruyu söylemek gerekirse, neden bahsettiği konusunda en ufak bir fikrim yok. çince bilmem.”

Hiç yorum yok: