12 Şubat 2010 Cuma

sherlock holmes (2009)

daha başında itiraf etmeliyim, bu yazıya dün sabah yorum olsun diye başlamıştım. yazdıklarım yorumdan daha çok ahkam halini alınca, üstelik bazı yerlerde kendimi asıl yazıda söylenenleri tekrar eder bulunca yorumu buraya taşıdım.

*

oysa filmi izledikten sonra sherlock holmes hakkında yazmayı değil de onu bahane ederek bambaşka birini, çocukluğumun guliver'den sonraki kahramanı mike hammer'ı yazmayı istemiştim. yazdım da...

*

ama biz şimdi, yirminci yüz yıl new york'unu bırakıp on dokuzuncu yüzyıl londra'sına, tıpkı filmde olduğu gibi baker sokağı 221b nin önüne doğru yürüyelim.

bir çok insana okuma zevkini armağan eden, bazılarına da özellikle ergenlik döneminde okumaktan kopmasın diye bir köprü vazifesi gören polisiyeler söz konusu olduğunda benim ilk aklıma gelen sherlock holmes ve 'şürekası' olmasa da, seyrettiğim iki filmiyle, yoksa bu ingilizler'in asık suratlı kraliyet ailesinden başka yüzleri de mi var dedirterek ingilizlerin de bir mizah anlayışı olduğuna inanmamı sağlayan (the full monty'nin hakkını da yemeyelim), üstelik bunu başyapıt tadında iki filmle birden (lock, stock and two smoking barrels ve snatch) yapan guy ritchie, bir erkeğin aşkı için neler yapabileceğini, ne kadar büyük bir aşağılanmayı göze alabileceğini madonna'yı memnun etmek için çektiği swept away'le cümle aleme gösterdikten sonra revolver ile eve dönüş yolunda olduğunu göstermişti.

aradaki rocknrolla'yı görmesem de sherlock holmes biraz daha olgunlaşmış olarak eve döndüğünün ispatı. olgunlaşmaktan bahsediyorum çünkü, eski bağımsız havasını yitirmeden de stüdyo işi büyük prodüksiyonun altından kalkmış ve neredeyse her seyredeni memnun eden bir film ortaya çıkarmış.

filme gelince, filmin adının sadece sherlock holmes olması eksik bir isimlendirme. bu dr. watson rol çaldığı için değil, guy ritchie naif bir duyarlılıkla bilerek isteyerek sherlock holmes'un yanında ona da oldukça geniş bir alan açtığı için. dr. watson'u neredeyse robert downey jr. ile aynı, belki de yüksek kalibredeki jude law'ın canlandırması belki bu yüzden.

eğer bu film için bir o sahne seçecek olsaydım kesinlikle filmin başlangıcında yönetmenin arnavut kaldırımı denilen tarzda döşenmiş gri taşlar arasına yerleştirdiği yapımcı şirket logolarının perdeye düştüğü o anları seçerdim. zaten filmin görsel anlamda zaaf taşıdığını söylemek bilinç altından sonra üstünü de mekan edinmiş bir madonna kıskançlığını ele verir ki, buna mesai ayıramam.

filmi görenlerin diline doladıkları en önemli bahis dr. watson ve sherlock holmes arasındaki kıskançlık ile rekabet arasında paranteze alınmış duygu halleri. oysa guy ritchie'nin yaptığı asıl devrim bu sayılmalı. çünkü sherlock holmes maceralarının latan eşcinsellik içerdiği neredeyse polisiyeye dair her incelemenin uğrak yerlerinden biridir. bunu sherlock holmes'un kadınlardan uzak duruşu kadar, ilgi gösterdiği tek kadının aslında ulaşamayacağı, beraber olamayacağı bir suçlu olan irene adler oluşundan da anlamak mümkün. bu, bir manada dönemin muhafazakar okuyucusu için uydurulmuş bir kılıftır. (neden bilmem hakkında eşcinsel imaları çıkar çıkmaz yeni kız arkadaşlarıyla kameralara yakalanan ünlüler geçidi geliyor aklıma)

guy ritchie işi sherlock holmes'tan sadece ben ve diğer seyirciler değil yapımcı şirketler de memnun olmalı ki, zaten bir 'devam'a göz kırpan filmin ikincisi de şimdiden yapılacak. bakalım baş düşman (hatta arthur conan doyle maceralardan birinde holmes'u ona öldürtmüştür) moriarty rolünde brad pitt bize neler verecek?

Hiç yorum yok: