4 Mart 2010 Perşembe

bir masada iki kişi: bir şey olmamış gibi

çayından son bir yudum aldı, masaya bıraktığı fincanı parmak uçlarıyla ortaya doğru itti. bir süre camdan dışarı, belki de apansız bastıran yağmurda ıslanmamak için koşuşan insanlara baktı. bakışlarını oradan alıp az önce masanın ortasına doğru ittiği fincana verirken konuşmaya başladı:

-benim yerimde olsaydın ne yapardın?

-nerede, ne zaman, hangi konuda?

-burada. şu an. bu konuda... masanın örtüsünü çekip üzerinde ne varsa aşağıya indirmek, sessizce ağlayarak camdan dışarıyı izlemek, 'acımadı ki' tadında bir ifadeyle güçlü görünmeye çabalamak...

-ben bir şey olmamış gibi davranalım isterdim. hani sokakta karşılaştığımız eski bir tanıdıkla aramayacağımızı bile bile telefon numaralarımızı değiş tokuş ederiz ya, işte öyle. tıpkı rüzgar esmiş ama o dal kırılmamış gibi, tıpkı taksiden inip eve girdiğinde 'evdeyim, merak etme' telefonu açacakmışssın gibi, tıpkı yarın da iş çıkışı birbirimize koşacakmışız gibi.
*

öyle yaptık.

sonra ben 'bu tarafa' gittim.

2 yorum:

seciloc dedi ki...

"hani sokakta karşılaştığımız eski bir tanıdıkla aramayacağınızı bile bile telefon numaralarımızı değiş tokuş ederiz ya, işte öyle." bu cümle nedense çok yaralayıcı ve acımasızca geldi bana. okurken kendimi o pencere kenarında yağmuru seyrederken hissettim

verbumnonfacta dedi ki...

bazen 'hayat olur' ve elden bir şey gelmez...
her defasında bir kişi daha çok üzülür.