22 Mart 2010 Pazartesi

mediterraneo (1991)

sinema dışında da bir çok dinamikten beslendiği bilinen oscar ödüllerinin, bazan biz sinema dilencilerinin gönlünü alıp sevaba girdiği de oluyor. söz gelimi bin dokuz yüz doksan iki yılında en iyi yabancı film oscarını alan mediterraneo...

o ödül olmasaydı gabriele salvatores'in yönettiği bu italyan filmi bırakın kaldırımları yağmurla ıslanan mavi gözlü bir şehri metropollere bile uğrayamazdı.

*

ikinci dünya savaşı sırasında küçük bir yunan adasını işgal eden ama gemileri ingilizler tarafından batırıldığı için o adada mahsur kalan, telsizleri kırıldığı için de dış dünya ile ilişkileri kesilen, lise öğretmeni bir teğmen komutasındaki yedi asker ve erkekleri almanlar tarafından sürgüne gönderilmiş ada halkının hikayesi.

şiir tadında görüntüler, tarifsiz güzellikteki müziği ile dünya savaşlarının ikincisinde acı çekenlerin sadece almanya civarındaki yahudiler olmadığını, savaşın ateşinin her yana düştüğünü hatırlatan, savaşlara hayır diyen filmlerin en güzellerinden biri.

*

film "bazı durumlarda kaçış aşkı ve hayalleri devam ettirmenin tek yoludur"* epigrafıyla açılır, filmin ilk görüntüsü ise mavi bir gökyüzü altında "akdenizin ufka doğru mora çalan mavisi"dir.

en başta teğmen ve komuta ettiği askerleri tanırız; terkedilmiş gibi duran adaya çıktıktan sonra gemileri batırılır, telsizleri kırılır.

bir gün çocuklar çıkar ortaya ve kurusun diye asılmış beyaz çarşaflar perde gibi açılır; müzik başlar ve ada halkı oradadır: kadınlar, yaşlılar ve çocuklar...

"aynı yüz,aynı ırk" diyerek zaten gereği olmayan bir savaşın uzağında, zamanın akışına bırakırlar kendilerini...

teğmen kilisenin bozulmuş fresklerini yeniden boyamaya başlar.

vassilissa kendini tanıtır: almanların adaya getirip giderken geride bıraktıkları fahişe. askerler aralarında haftanın günlerini paylaşırlar. ama vassilissa yı tarif için "o çok güzel"den başka kelime bulamayan farina hakkını kullanmadan, pencereleri ve kapısı mavi bembeyaz bir evin önünde içeri girmeden bekler durur. bir süre sonra elinde tüfeğiyle kapıda durup diğerlerinin de hakkını kullanmasına engel olacaktır.

vassilissa ile farina nihayetinde teğmenin fresklerini yeniden boyadığı kilisede evlenirler. ama freskler biraz gariptir. daha doğrusu tanıdıktır. çünkü vefalı ve kıymet bilir teğmen azizlerin yüzlerini arkadaşlarından seçmiştir.

günler akıp giderken bir çok savaş görmüş çavuş lorusso'nun sert kabuğu da kırılır. o kaba ve duygusuz adam gider, yerine tatil dönüşlerinin hüznünden bahseden, seyircinin aklına eylül ayının sonlarına doğru artık boşalmış bir sahilde yürüyen siyahlı kadını düşüren biri gelir.

top oynadıkları düzlüğe mecburi iniş yapan pilotun sorduklarıyla aslında üç yıldır adada olduklarını farkederler. italya teslim olmuştur. artık dostlar düşman, düşmanlar dosttur. sessizliği bozan lorusso olur; adanın ve dünyanın yeni gerçekliğine bakarak, "dünya değişiyor ve biz buradayız," der .

sonra ingilizler gelir. adanın erkekleri geri döner. vassilissa'sıyla kalan farina dışındakiler italyanın yolunu tutar.

*

yıllar sonra limana yanaşan bir turist gemisi görüntüsü. yolculardan biri de teğmendir. kamera onunla beraber kiliseyi, freskleri, mezarlığı dolaşır. kapı ve pencerelerinin mavisi solgunlaşmış beyaz bir evin önünde durur. artık altmışlı yaşlarını yaşayan farina ile birlikte az evvel mezarını ziyaret ettiği vassilissa'nın adını taşıyan lokantaya yürürler.

orada herkesi bir süpriz bekler; çavuş lorusso... yıllar önce adaya geri dönmüştür. savaş felaketinden sonra dünyanın değişeceğine dair ümitleri kırılan larusso, "siz kazandınız ama beni suç ortağı yapamazsınız," diyerek adaya geri dönmüştür.

artık yaşlı bir adam olan larusso kucaklaşmaların ardından gidip elinde bir tepsi dolusu patlıcanla geri döner. yemek hazırlanmalıdır. gömleğinin kollarını kıvırmaya başlayan teğmen, "size yardım edeyim," der.

ve son söz görünür ekranda: bu film bütün kaçaklara adanmıştır...



*: henry laborit

2 yorum:

Fifi Croissant dedi ki...

En sevdigim filmlerden biri hala. Ara ara cikartip seyrederim, ama neselendiriyor mu huzunlendiriyor mu, emin degilim.

verbumnonfacta dedi ki...

benim de dönüp dolaşıp, tekrar izlediğim filmlerdendir. seyrederken haz verse de bittiğinde hep aynı şey: elde var hüzün...