19 Mart 2010 Cuma

mutfak tezgahı

her şey bu sabah su ısıtıcısının 'sıcak suyunuz hazır ekselansları' demesiyle başladı. peşi sıra gelen bir dakikanın sonunda da bitti.

*

biraz düşünceli biraz da mahmur bir halde modern zamanların yakında duyguları da poşetleme olasılığını düşünerek fincanın içinde yatan çay ölüsünü canlandırmaya çalışıyordum ki, tezgahın üzerindeki kahve lekesini farkettim: minik de olsa bir leke. biraz dikkatli bakınca ekmek kırıntılarını gördüm. bir kaç tuz tanesi, geçen akşamdan kalma un ve şeker kalıntısı, hatta iki duvarın birleştiği köşeye yakın yerde bir pirinç tanesi.

ne zaman birikmişti onca şey mutfak tezgahının üzerinde?

nasıl?

*

tıpkı ruhlarımız da böyle. biz farkına varmadan kirlenip duruyor. masa başında iki kişilik bir sohbet yapıyor bunu. tutulmayan sözler. gitmeler, gidip de dönmeler ve hatta dönmemeler. süs zannedip ruhumuza taktıklarımız.

bizzat 'hayatın kendisi' dediğimiz ne varsa.

ve biz yaşayıp giderken farketmiyoruz bile ruhumuzun üzerinde birikenleri. bir anda artık eskisi gibi olmadığımızı, nasıl da duygularımızın bir sis tabakası altında kaldığını.

*

ilk önce ıslak bir bezle sildim tezgahın üzerini. sonra da kağıt havluyla kuruladım. hiçbir şey kalmadı geriye.

ya ruhlarımız?

Hiç yorum yok: