27 Şubat 2011 Pazar

günün sorusu: aidiyet

nerelidir bir nehir?

doğduğu dağlar, içinden geçtiği şehir, denize kavuştuğu yer...

24 Şubat 2011 Perşembe

muharrem*

soranlara, muharrem ayında doğmuşum, dese de, sabahına doğduğu gün babası buhur bey, hamamın çocukluğundan beri dayanamadığı ama bunu kimselere söyleyemediği sıcağında kalp krizi geçirip öldüğü, peşi sıra annesi raziye hanım'a uçması için iki kat yeterli geldiği için bir günde hem yetim hem öksüz kalmış, hem de o kargaşada bir isminin olması gerektiği unutulmuştu.

kaldı ki, köhne ahşap bir konakta hamamizade ali rıza bey'in küçük torunu olarak doğarken, evin yeni torunlara ne ihtiyacı ne de heyecanı vardı.

doğumundan bir iki ay sonra dedesi, artık şuna bir isim koymalı, diye düşünürken, gözü arada namaz vakitlerine baktığı saatli maarif takvimine takılmış, o zaman muharrem olsun bari, demişti.

küçük bir çocuk olarak başedemediği yazgısının kendisini sürüklediği bir başka hamamda günlerini tüketirken hayatının özeti: iki çocuk babası, sırtında kefaretini asla ödeyemediği bir yükle geçmişten şikayeti, gelecekten hiçbir beklentisi olmayan, saçları erken ağarmış orta yaşlı bir hamam sahibi.

hepsi bu...


*: cem mumcu, makber

sokağın zulası

sevenlerinden değilsem de, emrah serbes'e rastlayıncaya kadar, "bu coğrafyada olmaz" dediğim bir işi, 'türk işi polisiye'yi olduranlardan biridir ahmet ümit.

yıllar önce sis ve gece'yi okumuştum ve bana aradığım hazzı vermediği için de hiçbir iz bırakmadan yitip gitmişti. bunu da yazdıklarının kıymetsiz oluşuna değil, aramızda bir çeşit doku uyuşmazlığı olmasına yorarım.

sokağın zulası ise bir defasında mickey spillane'in on üçü mike hammer olmak üzere otuz tane casus ya da polisiye roman, iki tane de çocuk kitabı yazdığını anlattığım ve anlatışımı o iki çocuk kitabını işaret ederek, "belki de asıl heyecanlı olan budur?" tamamladığım bir dostun hediyesi.

dosttan gelen her şey gibi kıymetli.

"al," dedi. adam polisiye yazıyor, aynı zamanda şair de.

*

ilki bin dokuz yüz seksen beş yılında moskovada yazılan bu şiirler ilk defa seksen dokuzda basılmış. bu ise, sonradan muhtelif tarihlerde yazılan altmış şiir ilave edilerek yapılan yeni basım.

ilave olunan şiirlere rağmen kitabın ismini değiştirmeyen yazar, bence çok iyi yapmış. çünkü kitabın adı bu kitaptaki nadir şair işlerinden.

vasat duygulanım anlarının sonucu olarak ortaya çıkan (moskova yalnızlığı, gri bir gökyüzü altında geçen günlerin melankolisi, arkadaş ölümleri, ıskalanan hayat vs.) bu şiirler daha çok mısralarla yazılmış öyküleri hatırlatıyor. hatta bir çeşit günlük, hatıra defteri.

sonuç olarak, öyküye kaçan yanı ve mısralarla yazılmış günlük görüntüsü geride bir 'olmamış' hissini bırakıp gidiyor.

*

ve bu kitaptan aklımda kalan tek şey: kuzgun'a nazire.

bilindiği gibi polisiyenin atası sayılan edgar allen poe'nun evine, çok sevdiği karısı lenora'nın ölümünden sonra bir kuzgun girer. poe da, bu kuzgunu karısından, öteki dünyadan gelen bir haberci olarak görür ve "kuzgun" adını verdiği uzun bir şiir yazar.

poe, bu şiirde kuzgunu ve kuzguna yüklediği anlamları anlatırken, ahmet ümit de bir türk polisiye yazarı olarak kuzgunun ağzından poe'yu anlatıp, üstadına selam çakıyor.

benim de hayatla sanatın iç içe geçtiği anlara olan zaafım ortaya çıkıyor...

23 Şubat 2011 Çarşamba

codein

önce beni, peşi sıra ciğerlerimi dinledi. sonra bana baktı. öyle güzel baktı ki, tıp fakültesinde öğretilen en güzel şeyin steteskobu çıkartırken hastaya öyle bakmak olduğuna yemin edebilirim.

'güzel.. ciğerlerinizde bir şey yok.' diyerek beni ortak bir sevince davet ederken, bir yandan da o güzelim ellerine yakışmayacak el yazısıyla ilacımı yazıyordu.

eczanedeki kalfa dikkatli kullanmamı tavsiye edince, evde ilk iş olarak ilacın etkilerini okudum. sayın yetkililer bilmenizi isterim ki, harflerin büyümesi anlamaya yetmiyor. neyse ki, gugıl var.

meğer, beni öksürükten kurtarıp rahat uyumamı sağlayacak ilacım morfinle yarışıyormuş. ağrı kesici etkisi morfinden zayıf, aspirinden daha yüksek. beni asıl ilgilendiren meselede ise iyi; yani tam bir öksürük dindirici.

ve asıl hikaye burada başlıyor. ilaç, merkezi sinir sistemini etkileyerek öksürük refleksini ortadan kaldırıyor. sizin öksürme ihtiyacınız olsa bile bunu farkedip 'öksür' komutunu verecek reseptörler bir anlamda bloke oluyor. yani öksürüğü sadece dindiriyor, öksürüğünüzü geçirip öksürmenize neden olan halin üstesinden gelmiyor. iyileştirmiyor...

tıpkı özlem gibi.

siz 'hayat olmuş bir dünya' nın ortasında yaşayıp giderken aklınıza gelmiyor sadece. ama özlem hiç eksilmeden, belki de çoğalarak orada bir yerlerde duruyor.

16 Şubat 2011 Çarşamba

olmalı*

mete özgencil: klip yönetmeni, söz yazarı, tasarımcı. fırsat buldukça şarkı da söylüyor.

şarkı: yaklaşık on yıllık. aynı adlı albümden. ama benim yeni haberim oldu. ve peşi sıra 'bir şarkıyı üst üste bin defa dinlemek' denen illete tutuldum.

14 Şubat 2011 Pazartesi

st. valentine

vnf, bütün sevenlerin sevgililer gününü kutlar ve her gün bir öncekinden daha çok sevilmelerini temenni eder.

ve eğer varsa, yeni yıl telaşının hemen ardından muktedirlerce pazarlanmaya başlayan sevgililer günü heyacanına kapılmayıp günü sevgilisine hediye almadan geçirecekleri de alınlarından öper.

12 Şubat 2011 Cumartesi

dua

kabul, bir cemil meriç değiliz.

kuvvetle muhtemel 'araf'larımız da birbirine denk değil.

ama lütfen tanrım, bir kadına "cehennemim ve cennetim" dediğimizde o kadın da bize tıpkı lâmia hanım gibi "dante'm benim" desin.

göç

ve dostum,
yarın göremezsen beni bu şehirde
anla ki seferdeyim.
eskimez sandığın özlemlerini giderecekse
ödünç sevinçler almalısın yedeğine.