10 Haziran 2011 Cuma

o kız

yani bana, annesinden duyduğu bir cümleyle 'on dokuz yaşın aşkları unutulmazmış' diyen ve benim hem on dokuz yaşında, hem öncesinde, hem de sonrasında aşık olduğum kız.

*

salı günü. saat yaklaşık öğleden sonra bir...

eminim, çünkü o dersi üç defa aldım. ve hepsinde de kaldım. üçüncü sınıfın yaz okulunda altı kredilik bir dersi ite kaka bb getirince ortalamam ikinin az üzerine taşındı da ancak öyle geçebildim.

onu ilk defa o gün, okulun ikinci günü gördüm. bana her defasında ay çiçeği tarlalarını hatırlatan kirpikleri vardı. o kirpikler havalanıp da bana şefkat dolu baktığında ne yapacağımı bilemezdim. sonra kocaman bir gülüşü, o gülüşün bittiği yerde iki tane gamze. her biri girdap ve ben bu defa hangisine kapılsam diye şaşırırdım.

imza kağıdından adını, bir sonraki derse girmeden önce koşa koşa gittiğim kütüphanede adının anlamını öğrendim: ıtırgillerden, acımtırak tatda, aynı zamanda hekimlikte de kullanılan bir bitki.

bulduğum ilk fırsatta bunu ona anlatınca gülümsedi. öyle bir gülümsedi ki ayağım kaydı, gamze denilen çukurlardan birine yuvarlandım. hatta üzerime toprak atıldı. on yedi yaşındaydım ve yirmi bir yaşıma kadar o toprağın altında kaldım.

*

günlerden bir gün, ders bitiminde herkes gibi ben de sabahtan bu yana yağan yağmur belki kesilir umuduyla bölümün çıkışında beklerken, şemsiyesini açmakta olduğunu farkedip hemen şemsiyenin altına girdim: kantine lütfen.

ama beni kantine götürmedi. kampüsün çıkış kapısına, oradan da yakındaki bir pastaneye götürdü: evet, sahlep seviyordum.

şimdi sen benden hoşlanıyorsun ya, dedi. hani, yıllar sonra ilk görüşte aşk hikayeleri anlatmanın heyecanı başını döndürüyor, ama benim bir sevgilim var.

ben mi 'anlat' dedim, yoksa o mu fırsatını bulmuşken anlatmak istedi bilmiyorum ama, uzun uzun o çocuktan bahsetti. anladım ki, bu kız o çocuğu seviyor. ve ben de romanların ve filmlerin üçüncü kişisi rolü için uygun biri sayılmazdım, yani bir hikayenin daha sonuna gelmiştik. o halde gidelim, dedim: iyi olur, dedi. zaten yurtta olmalıyım. her akşam dokuz buçukta beni arar.

hesabı ödemek istedi. hayır, kendi hesabını değil, hepsini. hemen ona yeni oluşturmaya başladığım kurallar kitabımdaki ilgili maddeyi okudum: bir kadınla erkek ortak gelecek planı yapana kadar hesabı daima erkek öder. ona o zaman söylememiştim ama görünüşü dışında yanına bastıra bastıra artı koyduğum ilk özelliği bu oldu.

belki bu konuşma, belki de vakti geldiği için, o akşamdan sonra bölümü boşlayıverdim. sınıftan koptum, başka bölümlerden özellikle üst sınıflardan, hala devam eden dostluklara dönüşen arkadaşlıklar kurdum. devamsızlık haklarımı dolana kadar kullandım, sonra da arkadaşlara imza atmaları için yalvardım. ama o iki kredilik derse hep gittim.

bu yüzdendir ki, gözlerinde bir pırıltıyla bana anlattığı o aşkın, mektuplara, akşam dokuz buçuk telefonlarına rağmen daha birinci sınıf bitmeden 'şehirlerarası'na, ya da bilmediğim başka şeylere yenik düştüğünü ancak ikinci sınıfın ilk günlerinde öğrendim.

*

ikinci sınıf...

sadece o dönem değil, sonraki bütün dönemlerin de başında olacağı gibi 'asla devamsızlık yapmayacağım' kararı almış, derslere giriyordum. hatta defterim bile vardı. ders bitince yanıma geldi. beraberinde gamzelerini de getirmişti. demek bir sınıfınız olduğunu hatırladınız, diyerek başladı söze. siz kadınlar nasıl pazartesi günleri yeni bir rejime başlıyorsanız, biz tembel öğrenciler de her dönem okula yeniden başlıyoruz, diyerek savunma pozisyonu aldım.

bir başka gün, beni pencerenin önünde durmuş, bölümün arkasındaki çimenliğe bakarken buldu. bir süre sessizce o da baktı. sessizliği bozan bir defa daha o oldu. başını benden yana çevirmeden tek bir cümle söyledi: sana güvenmeyi isterdim.

sonrasını hatırlamıyorum. güven o halde salak, demiş olabilirim. susmuş, başka bir şey daha diyecek mi diye beklemiş de...

bilmiyorum.

o boşluk sonrası hatırladığım ilk şey bir lokantada yemek yediğimiz. uzanıp elimi tuttu, manyak(!). yaz tatilinde yeni doğum yapan kuzenini ziyarete gitmiş. hüseyin utku... hüseyin utku'yu severken, onun bizim çocuğumuz olduğunu hayal etmiş. dedim ya, bu kız manyak(!)...

ama elini bırakamıyorum. gözleri hep böyle parıldasın istiyorum. sen ne kadar çok şey biliyorsun öyle, diye bana takıldığında, ama sen upuzun kirpiklerini kaldırıp bana şefkat dolu baktığında ne yapacağımı bilmiyorum, cevabını yapıştırayım istiyorum.

*

en iyisi sonrasındaki iki yılı, 'bütün mutlu aileler birbirine benzer, ama mutsuz olanların sebepleri farklı farklıdır' diyen anna karenina ilkesi hükmüne uyarak atlayalım.

nasıl olsa, mutlu aşklar da birbirine benzer.

*

dördüncü sınıf. yedi aralık...

dersten sonra eve gittik. evime... o günden sonra kırk gün uğramayacağım eve. sıkıca sarıldı. birazdan onun artık bir kadın, benim hala çocuk olduğumu anlayacaktım. hayır, bana anne anne bakmasından değil, söylediklerinden: seni çok seviyorum ama gitmeliyim, dedi. sen iyi bir sevgili olabilirsin ama iyi bir eş, iyi bir baba olacağını düşünmüyorum.

belki hemen gidemedi ama yavaş yavaş gitti. aramizdaki şey azala azala altı ay daha sürdü. olmayışıma katlanabileceğini anladığı ilk anda da hep gitti. ve tuhaftır ki, birlikte yaptığımız son şey benim çocukluk fotoğraflarıma bakmak oldu. beni daha çok sevsin diye anlattığım çocukluğumun, babamın fotoğrafları. itiraf etmeliyim ki, babamla bahçe kapısında durup, denizi arkamıza aldığımız, fenere ve eve yaslandığımız fotoğrafı, bana ver, diye ısrar etmesinde bir umut bile görmüştüm ama yanılmışım.

dönem bitene kadar görüşmedik, hatta konuşmadık bile. ben yokluğum ve varlığım arasındaki farkı görsün istiyordum, o ise bu macerayı daha az hasarla atlatmak.

*

gitme, demedim. çünkü bir manası yoktu. beni iyi bir sevgili yapan ne kadar şey varsa aynı şeylerin kötü bir eş yapacağını biliyordum. yine de iki ay kadar sonra, bir ağustos günü onu görebilmek için yaşadığı şehre gittim. yanımda 'erbain' vardı ve bu yolculuğun öyküsü baştan yazılmıştı: çünkü ben çok gizli bir yanlışın/ dehşetengiz yeteneğini ölçmek için/ yepyeni bir hata için iniyorum akdeniz' e...

okyanusu görene kadar hayatımın en güzel mavisi kalacak mavi oradaydı: akdeniz'in ufka doğru mora çalan mavisi.

bir hafta boyunca onu görebilmek için oyalandım şehirde, kelimenin tam manasıyla sürttüm. tanımadığım adamlarla esnaf lokantalarında aynı masada yemek yedim, okul bahçelerinde kredisini tamamlamak için yaz okuluna gelen liselilerle basketbol oynadım. çoğu zaman kaldığım odadan çıkmayıp, o şehirden aldığım kitapları okudum: modern iran ve afgan öyküleri antolojisi. bir de cyrano de bergerac...

hayır, benden kaçmıyordu. hastaydı, ailesi dağ havası iyi gelir diyerek yayladaki yazlıklarına götürmüştü. ve geldi. tam bir hafta sonra onunla bir dondurmacıda oturup fıstıklı dondurma yedik. daha doğrusu sadece ben yedim. belki de bu yüzden yaz aşkılarına kutsiyet izafe eder, fıstıklı dondurmanın eşlik etmediği bir aşkı aşktan saymam.

tek ben yemiştim, demek ki bu aşk değildi artık. sadece konuştuk. seni seviyorum demedim. yeniden deneyelim de... bir tek oturdukları sokağın başına geldiğimizde, lütfen yarın da gel, dedim. ve paralel bir sokaktan evlerinin hizasına kadar onunla yürüdüm. onu dünya gözüyle son defa iki sokağın arasındaki apartmanların izin verdiği boşluklar sayesinde gördüm.

biliyor musunuz, matematiğin en büyük yalanlarından biri 'paralel iki doğru sonsuzda kesişir' dir. oysa sonsuzluk yoktur. vardır da bir fazlası da yine sonsuz olduğu için hep ileriye taşınır durur. yani o doğruların kesişeceği sonsuzdaki yer asla var olmaz.

ertesi gün saat tam dokuzda aradım onu. postanenin önündeki aynı kulübeden. kolayca tahmin edileceği üzere, kaldığım yerden oraya da dün ne yapmışsam aynılarını yaparak gelmiştim. ama telefona yanıt veren olmadı. sonra ben birden bire ağlamaya başladım. çalan ama açılmayan bir telefonun sesini dinleyerek ağlıyordum. o çinko kulübenin içinde dirseğimden damlayan ter ve yüzümden damlayan yaşın yerde birikebileceğini gördüm. ve kendisiyle röportaja gelen gazeteciye, bir kaşık kaç damla göz yaşı alır, diye soran ve cevabı beklemeden, tam on yedi damla, çünkü saydım, diyen aziz tom waits'i bir defa daha sevdim.

o gün orada kendime iki söz verdim: gözlüklerimi hep takacaktım ve asla kola içmeyecektim. çünkü gözlük kullanmaktan nefret ediyordum ve o ara en çok sevdiğim şey kolaydı.

iki söz. iki ceza...

o sözlerden hala dönmedim. yani cezadan...

ama ilk otobüse binip yaz okuluna, başka bir sınava döndüm. ve onu bir daha aramadım.

*

bir kaç yıl sonraydı. olduğum şehirde yaşayan kardeşi neden bilmem yanıma uğradı. giderken de 'biliyor musun pelin evleniyor' dedi.

hiçbir şey hissetmedim.

o an sadece dua ettim: allahım ne olur iyi bir adam olsun.

9 yorum:

verbumnonfacta dedi ki...

@cecil,

bağışlayın beni.

yanlış yorumu sildim farketmeden. ama dediğinizi yaptım. kaldı ki öylesi ayarlar olduğunun farkında bile değilim.

metne gelince. polo yaka tşörtler gibi uzun uzun yazmak da bir çeşit yaşlılık belirtisi galiba. keşke birazcık yeteneğim olsa, eksilte eksilte yazabilsem isterdim ama bu hiçbir zaman olmayacak galiba.

pınar dedi ki...

Uzunmuydu,bir solukta severek okudum tüm kelimeleri.

verbumnonfacta dedi ki...

@domatessuyu,

benim aldığım en büyük iltifatın ne olduğunu biliyorsunuz değil mi?

cecil dedi ki...

estağfurullah ,o nasıl söz.. okuyabildiyseniz yorumumu benim için kafi dir..
teşekkür ederim yorum konusunda :)
hiç eksiltmeyin yazdıklarınızı bence.. en azından bu taraftan bakınca gayet keyifli..
sevgiler..

Adsız dedi ki...

merhaba

ne güzel yaşamışsınız, ne güzel anlatmışsınız ve ne hoş böyle bir yerle bir oluş biz okuyucuların payına düşen.payıma düşeni alıp gitmeden önce diyeceğim ki:

herkesin masum olduğu bir hikaye bu,haddimi aşmıyorumdur inşallah ama "eminim". çünkü o kadar çok aradım o kadar çok aradım ki yorgun düştüm ve nihayetinde kızacak kimseyi bulamadım. oysa hepimiz biliriz ki bir hikaye bitti mi sadece bir kişiyi sevmek adettendir. bu hikayede seçemedim o birini.bittikten sonra ben de dua ettim, allahım ne olur iyi bir adam olsun.du

pluie dedi ki...

Ben okulumda kısmi zamanlı çalışıyorum. Dün öğle arasında yurda geldiğimde bloğunuza baktım amacım sadece bir göz atmaktı yazıya dalmışım sevginiz çok hoşuma gitti üstünde yazı yazdım tebesüm ettim okurken bir yandan da neden bilmem üzüldüm.

Gelin görün ki kendimi yazıya o kadar kaptırmışım ki işe 25 dakika geç kaldım. ^^

Yazı da yazdım arkadaşımın gmaili açık olunca giriş yapmayayım dedim. İşi varmış orada kapatmak istemedim.

Anonim yorumda yokmuş sayfanızda öyle kaldı ulaşmadı:)

sağlık olsun.

sizi okumak keyif veriyor ciddi anlamda.

mutlu kalın

pluie

verbumnonfacta dedi ki...

@cecil,

hep dediğim gibi, şansı görebilen gözlere denk gelmesindendir.

@zeynep,

bence 'o kız'la çocuğun tek suçu kendileri olmaları. çocuk özellikleri yüzünden iyi bir sevgiliyken aynı özellikler yüzünden evlenilmemesi gereken biri.
yine de 'o kıza' söz verdiği halde gelmediği, çocuğa da biten bir şeyi yeniden başlatabileceğini sanacak kadar aptal olabildiği için kızgınım.
şuna eminim ama; sonradan kurallar kitabına, araya ayrılık girmiş bir sevgiliyle yeniden diye bir şey yoktur, maddesini eklemiştir. şu an bunu asla ve asla yapmaz.

@pulie,

okulu bitirmenin acısıyla ağır ağır tanışıyorsunuz. derse geç kalabilir, okulu asabilirsiniz ama iş yerinde böyle bir hakkınız olmayacak.
bana ulaşmayan yazıyı merak ettim, bilesiniz.
mutluyum.

pluie dedi ki...

Yaş 24 :)
Okula başlamadan önce 6 yıllık bir iş tecrübem var. Lise 1'in yaz tatilinden beri aylarca çalıştığımı da eklersek 8 yıllık bir iş tecrübem var erken gitmişimdir geç kalmamışımdır :)

Artık yazı nasıl içine çekmişse beni geç kaldım:) Ki saatleri doldurma hakkımız olduğu için geç kaldığım kadar geç çıktım.

Ulaşmayan yazıyı bir gün tekrar yazarım inşallah :) o "an" geçtiğinden aynısı olmayabilir acelede yazdığımdan bakalım artık.

sevgilerimle

pluie

mutlu olmanıza mutlu oldum (:

verbumnonfacta dedi ki...

tatil dönüşlerinde, yazın babasının iş yerinde yardım babasına etmiş ya da bir yer de çalışmış arkadaşlarımı dinler, kendi balık tutmak, yüzmek ve kuzenlerimle geçen yazıma bakardım. arkadaşlarım yaşıtım değil de kocaman adamlarmış gibi gelirdi bana.

yirmi dört yaşınızın tadını çıkartın. bir yıl sonra on yıl sürecek bir kara deliğe düşeceksiniz. ki bu yüzden kurallar kitabında, yirmi beş ve otuz beş yaş arası kadınlardan uzak dur, yazar.