23 Haziran 2011 Perşembe

o sahne: stranger than fiction (2006)

'bu, harold crick adında bir adamın hikayesidir. ve onun kol saatinin.'

*

ilk çıkışını monster's ball ile yapan, the kite runner ve james bond'un -şimdilik- son macerası quantum of solace ile popülerlik kazanan alman asıllı yönetmen marc forster'ın yönettiği, kıymeti bilinemeyen ve sessiz sedasız gündemden kaybolan bu filmin senaryosu ise zach helm'in.

yönetmenin sevenleri, bende iz bırakmamış finding neverland dese de, benim favorim stay'dir. bana kalırsa, hak ettiği ilgiyi görmeyen stay'in imge yüklü dünyası oldukça iyi kurulmuştu.

stranger than fiction ise, farklı konusu, görüntü yönetimi, eğer bana her daim itici gelmiş will ferrel'ı saymazsak oyuncularıyla da başarılı, akılda kalan bir film. aşık olunası karakter ana rolüyle maggie gyllenhaal müthiş, usta oyuncular emma thompson ve dustin hoffman ise döktürüyor. hatta işkolik yazar asistanı rolünde queen latifah bile...

filmi bir başyapıta dönüştürmeyen ise, sinopsisi charlie kaufman zihninden çıkma hissi uyandırsa da senaryonun altında kaufman'ın imzası olmaması. üstelik bu gözler the truman show'u da gördü.

*

filme gelince, harold crick bir gün roman kahramanı olduğunu fark eder ve sonra olaylar gelişir.

kafasının içindeki bir ses, yaşamanın sadece zamanı doldurmaktan ibaret olduğununu sanan harold'un bütün rutinlerini, hatta vergi dosyalarının birbirlerine sürtünerek çıkarttıkları sesin ona kum tanelerini bir bir döven, dalgaların sesini anımsattığını ve o sırada aklından, bu sese çalışma hayatım boyunca uçsuz bucaksız derin okyanuslar oluşturacak kadar çok tanık oldum, diye geçirdiğini bile bilmektedir.

ve bu romanın sonunda öleceğini...

bunun üzerine harold, bir gün öleceğini bilse de bu durumla yüzleşen herkes gibi gidişatı durdurmaya çalışır. haliyle, ilk durağı da modern zamanların 'kutsal inek'i psikoloji olur. metodları farklı olsa da tüm psikologlar, durumun açık, onun ise şizofren olduğunu söyler. o da son çare olarak bir edebiyatçıya danışmaya karar verir.

profesör hilbert'i yeniden görüşmeye ikna ettikten sonraki buluşmalarında, profesör ona roman kahramanı olup olmadığını anlayabilmek için sorular sorarken, biz de klasik yunan edebiyatından çin fabllarına, polisiyeden çok-satarlara kadar edebiyat tarihini tekrar ederiz.

o sahne bu sorulardan sonra gelir ve ana'nın ona aşık olabilceği ihtimali harold'a ölüm de dahil her şeyi unutturur:


"- what's your favorite word?

- integer.

- good, good, good.

- do you aspire to anything?

- no.

- conquer russia?.. win a whistling contest?

- no.

- harold, you must have some ambition.

- i don't think so.

- some underlying dream. think.

- well i've always wanted my life to be more musical.

- like west side story?

- no.

- like...

- what?

- well, i've always wanted to learn to play the guitar.

- okay. the last thing to determine conclusively is whether you're in a comedy or a tragedy. to quote italo calvino: 'the ultimate meaning to which all stories refer as two faces: the continuity of life, the inevitability of death.' tragedy, you die. comedy, you get hitched. most comic heroes fall in love with people introduced after the story has begun. usually people who hate the hero initially. although i can't imagine anyone hating you, harold.

- professor hilbert, i'm an irs agent. everyone hates me.

- right, right. good. have you met anyone recently who might loathe the very core of you?

- i just started auditing a woman who told me to get bent.

- well, that sounds like a comedy. try to develop that."






*serbest çeviri:

"- en sevdiğin kelime nedir?

- küsüratsız.

- güzel, güzel... delice arzuladığın bir emelin var mı?

- hayır, yok.

- rusya'yı fethetmek?.. ıslık çalma yarışmasını kazanmak da mı?

- hayır.

- harold, belli konularda hırsın olmalı.

- sanırım yok.

- bilinç altında. düşün.

- aslında, her zaman, daha müzikâl bir hayatım olsun istemiştim.

- 'batı yakası hikayesi' gibi mi?

- hayır. daha çok...

- ne?

- her zaman gitar çalmayı öğrenmek istemişimdir.

- tamam. ortadan kaldırılması gereken son muammamız bir komedyanın mı yoksa bir tragedyanın mı içinde olduğun. italo calvino'dan bir alıntı: 'her hikâyenin yüzüne baktığında belli başlı iki anlam görürsün: biri hayatın devam ettiği, diğeri ölümün kaçınılmaz olduğudur.' tragedya seni öldürür, komedya ise evlendirir. çizgi roman kahramanlarının birçoğu, hikâye başlar başlamaz tanıtılan insanlara âşık olur. genellikle bunlar, başlangıçta kahramandan nefret ederler. her ne kadar birinin senden nefret edebileceğini düşünmesem de harold.

- profesör hilbert, ben bir maliye müfettişiyim. benden herkes nefret eder.

- doğru, evet... son zamanlarda, senden ciddi ciddi nefret eden birileri ile tanıştın mı?

- daha yeni, gidip kendimi becermemi söyleyen bir kadının defterlerini denetlemeye başladım.

- bu başlı başına bir komedi gibi görünüyor. bunun üzerine odaklanalım."

6 yorum:

Adsız dedi ki...

- en sevdiğin kelime nedir?

- küsüratsız.

çok beğendim bu cevabı

peki, izin verirseniz sorabilir miyim, sizin en sevdiğiniz kelime nedir vnf?

verbumnonfacta dedi ki...

o kelimeler süreklilik arzetmiyor bende. dönem dönem farklı kelimeleri seviyorum. aynı kelimenin dönüp dolaşıp beni bulduğu da oluyor.

bu soru bana en son sorulduğunda cevabım, biteviye, olmuştu.

şimdi ise cevabım; uçurum.

Adsız dedi ki...

dönüp dolaşıp bizi bulan kelimeler,sahiplerine sahip çıkan kelimeler,topraklarına sahip çıkan askerler gibi,yahut anısına muhafız bir çocuk bakışı.biteviye, içinde geçen her temennide telaffuzu da anlamı kadar güzeldir,evet.

uçurum demenize üzüldüm ama.ne haddime ve algımaysa artık.belki de biri uçurum dediğinde aklıma hep o cümle geldiğindendir burukluğum:"bir rüya gördüm beyler" sonra mitya ve ivan gelir bir bardak çay içeriz,dünya aynı hızla dönmeye devam eder
-gibi-

verbumnonfacta dedi ki...

mitya'nın 'bir düş gördüm efendiler...' diyerek anlatmaya başladığı naif düş, nasıl oluyor da zihinde uçurum imgesi doğuruyor anlayamasam da, belki o zihinde mitya ufak tefek bir adamdır ve uyuya kaldığı sandığın üzerinde doğrulduğunda ayakları yere dokunmuyordur, diyerek kendimce bir cevap inşa ediyorum.

Adsız dedi ki...

uçurum kelimesi incitir beni,karamazov kardeşlerden sonra daha da belki.algım farklıdır biraz,kabul edeli çok uzun zaman oldu, şaban ayının 3. günü idi senesi zihnime saklı ve çoğu kez dediğimdir: incinirim, sebebini anlayamam, anlasam da anlatamam, anlatsam da anlamazlar,bundan sebep kurgunuza dokunmayacağım.dedim ya anlatması uzun sürer(anlamazlar derken sizi ayrı tutuyorum, bilesiniz)

ve o kadar güzel inşa etmişsiniz ki yıkmaya kıyamıyorum, diyebileceğimdir.

sevgiler size

verbumnonfacta dedi ki...

uçurum bir kelimedir ve dilerim, sizi bundan böyle incitmesin.

size de sevgiler.