6 Ekim 2011 Perşembe

nabokov'un kelebeği ve literatür

nabokov, lolita için önsöz yazmayı romanın baş kişisi humbert'a bıraktığı, o da bu işi 'tatlı dilli' john ray'i taklit ederek yaptığı için olsa gerek, kendisi de sonsöz denebilecek "lolita adlı bir kitap üzerine"yi yazar.

o sonsözde romanın geçtiği coğrafyayı anlatırken lycaeides sublivens nabokov kelebeğinin ilk dişisini yakaladığı dağ geçidinden bahseder. iyi bir yazar olduğu kadar önemli bir kelebek uzmanı da olan nabokov'un ismini taşıyan kelebeği görmek için gugıla sorduğumda karşıma tek çıkan fatih özgüven çevirisinin e-book hali olunca bunun nabokovvari bir şaka olduğunu düşünmedim değil, ama durum sadece dizgi hatası sonucu lycaeides yerine lycaedies yazılmasından kaynaklanıyormuş.

*

nabokov'un isminin bir kelebeğe verilmesi, belki de en sevdiğim gitarist olan mark knofler'i hatırlattı bana. en sevdiğim yabancı grup olan dire straits'in vokalistliğini de yapan knofler'in adı, madgaskar'da keşfedilen yeni bir dinazor türüne verilmişti. araştırmacılar, araştırma süresince dinledikleri knofler'in adını buldukları dinazora vermişler, böylece knofler de masiakasaurus knopfleri olarak literatüre girmişti.

elbette, bilim literatürüne giren ünlüler nabokov ve mark knofler'le sınırlı değil. dünyayı daha da berbat dünyaya dönüştüren "bush ve şürekası" da literatüre girmiş durumdalar. iki bin beş yılında yeni keşfedilen üç mantar ağızlı hamam böceği türüne tam da layık oldukları biçimde bush, cheney ve rumsfeld'in adı verilmişti: agathidium bushi miller and wheeler, agathidium cheneyi miller and wheeler ve agathidium rumsfeldi miller and wheeler...

2 yorum:

aglea dedi ki...

nabokov'un isminin bir kelebeğe verilmesi ne hoş olmuş gerçekten. bush'lara da diğeri çok yakışmış. kelebek deyince aklıma geldi, terence malick'in "hayat ağacı" filminde, bir yerde şey diyordu kadın; "tanrı iyileştireceği yaranın üstüne kelebekler yollar, iyileşmesini istemediklerineyse kara sinekler." gerçi sineklere haksızlık etmek de istemem, ama kurulan metafor epey hoş olmuş işte.

bir de, mark knofler, 3-4 yıl önce konser için istanbul'a geldiğinde, basın toplantısı için epey kalabalık toplanmış, abartılı bir gürültüyle ve telaşla beklerken, knofler salona girdi tüm tevazuuyla. "merhaba" dedi. "kaldığım odadan boğaza baktım da. ne çok trafik. dev yolcu gemileri, yük gemileri, ne çok kargaşa, kirlilik. üzüldüm. keşke bu güzelliğin böyle harap edilmemesi için önlemler alınsa." belki tek günlüğüne geldiği bir şehrin sadece güzelliğinin tadını çıkarmak yerine, derdiyle dertlenmesi, çok hoşuma gitmişti. "dinazor"a adını vermek bu anlamda yakışmış kendisine de. kim kaldı hem değil mi halâ bu hassasiyetlere sahip.

verbumnonfacta dedi ki...

bilirim, mark knofler ‘öteki çarşı’ nın yakışıklı abilerindendir. tıpkı terence malick gibi. ama the tree of life’ ı henüz görmedim. çünkü badlands ve the thin red line’dan öteye hiç geçmedim; büyü bozulmasın diye.

kelebek ise hayattaki zaaflarımdan biri ve nabokov’la ne de yakışıyor birbirine. tıpkı bush ve avanesine mantar ağızlı hamam böceğinin yakıştığı gibi.