6 Ocak 2012 Cuma

"behzat ç.'nin kadınları" için zeyl

bu şehirden 'en güzel gömleği, perçemini saklamak için saçına taktığı toka'sıyla yürüyüp geçen kız için...

farkettim ki, eğer bunları söylemezsem behzat ç.'nin kadınları eksik kalacak.

başlıyorum.

bir.

selçuk'la fenerin yan tarafındaki kayalıkta durmuş hiç konuşmadan sudaki babamı seyrediyoruz. başımla denizde yüzen, daha doğrusu oyunbaz kulaçlar atan babamı işaret ettim.

- sence de bu adamın oğlu değil miyim ben?

buraya geldiğinden bu yana, neredeyse iki haftadır ilk defa gerçekten gülümsedi.

- kesinlikle, dostum.

babamı orada bıraktık ve eve dönmek için merdivenlere yürüdük. selçuk, kayalıktan fenere çıkan beton basamaklarda aniden durup ufuk çizgisini seyretmeye koyuldu. ben de bir kaç basamak aşağıda, ufuk çizgisinde onun gördüklerini görmeye çabalarken sordu:

- onu bir kez olsun aldatmadım. ona hiç yalan söylemedim. o istiyor diye sevmediğim bir şehirde yaşamaya razı geldim. onu her şeyden çok sevdiğim halde neden ayrılmak istiyor?

benden de mi, diye soracaktım ama o sıralar hayatımızda kötü şakalara yer yoktu. ben de doğru bildiğimi söyledim.

- çünkü, seni iyi sevgili yapan ne varsa şimdi seni kötü bir eş yapıyor. hatırlıyor musun, patronunuzun evde canı sıkıldığı için iş yerine gelen, anlamadığı halde işlere karışan eşine tahammül edememiş istifa etmiştin ve bunu bize söylediğinde o da dahil hepimiz sana bir masal kahramanıymışsın gibi bakmıştık. aynı şey şimdi olsa seni en az sorumsuzlukla suçlardı. dur, onun gibi yapacağım: korumak zorunda olduğumuz belli bir standart var.

- haklısın, dostum. aynı şey şimdi olsa yine istifa ederim.

selçuk bir kaç gün sonra gitti, her şeyi kabul ettiğine dair kağıtları imzaladı ve geriye bekar bir adam olarak döndü.

iki.

bir kaç ay evvel, yine selçuk'la beraberiz. kaybedenler kulübü'nü izleyelim diye tutturdum. çünkü, bundan sonra taklit edelim diye, elamanların program sonrası uğradıkları köftecide geçen ve kaan'ın, "hiç satmayan kitaplar basıp, hiç dinlenmeyen bir radyo programı yapıyorum," dediği ve mete'nin bir süre sustuktan sonra, "bu çok iyi," dediği, sahneyi seyrettirmek istiyorum.

(selçuk'un "pis... pis adam." deyişini bir defa görseniz, ne demek istediğimi anlardınız.)

filme dalıp gittik sonra. ta ki, mete kendisi sorup kendisi cevaplayana kadar: "kadınların özelliği ne biliyor musun? seni sen yapan özelliklere aşık olup sonra senden o özellikleri almaya kalkıyorlar."

üç.

eğer bakmayı bilmiyorsanız, ilkokul öğretmeninden haksız yere azar işittiği halde ağlamamak için direniyor mu yoksa şefkat dolu mu bakıyor, bilemeyeceğiniz gözlerini bana dikmiş, dört yıl önce neden beni ittiğini açıklamaya çalışıyor. çok çocuktum, diyor. hayatı masal, kendimi prenses sanıyordum. ve prensin beyaz atla geleceğini. ama sen gri seviyordun. artık hayatın masal olmadığını biliyorum. üstelik ben de prenses sayılmam. ama bırakalım bunları. çünkü sen matematik bilirsin; sadece dört yıl değil, dört yıl seninkinden dört yıl benimkinden toplam sekiz yıl kaybettik biz. ve ben seni olduğun gibi kabul ediyorum.

tekrar etti: seni olduğun gibi kabul ediyorum.

sonrası ferahlık.

Hiç yorum yok: