9 Ocak 2012 Pazartesi

guliver'in seyahatleri

bakmayın siz benim, kadınlara anlatacak hikayelerim olsun diye okuyorum, deyişime. oysa, bir yaz öğleden sonrasında arka odanın serinliğine sığınmış babamın gazete okumasını taklit ederek çıktığım bu yolda, okumayı öğrendiğim günle birlikte kitapların dünyasına dahil oldum.

çünkü, yaşamın gerçekliği o çocuğa bir şey demiyordu.

okul, soru sormamız yerine soruların verilmiş yanıtlarını tekrar ettiğimiz bir yerdi. öğrenelim diye değil, sanki evlerde ve sokaklarda yaramazlık yapmayalım diye günün belli bir kısmını orada geçiriyorduk.

ödevlerimi günü gününe yapıyor, kalan zamanlarda televizyon izliyor, çoğu zaman bir başıma oyun oynuyordum. hatta babama yardım ediyordum. üstelik aşkı daha küçük bir çocukken farketmiştim. çünkü, eniştemin kız kardeşi ne zaman bize gelse dikkatini çekebilmek için yaramazlık yapardım. ses tonu ise muhteşemdi.

yine de yaşanan hayatın gerçekliği bana yetmiyordu.

çizgi romanlar vardı -inkar edemem bana okuma alışkanlığını onlar armağan etti- ama, hayal dünyam galiba çizgilere hapsolamayacak kadar genişti.

henüz, çekip gitmenin alışkanlıklara karşı kendi sürecini yaratmak olduğunu bilmiyordum. göçmen kuşlar sadece hayat bilgisi dersine ait bir bilgiydi; haliyle, "göçüp duran sonra da geriye dönen bu kuşların asıl yurdu neresidir?" diye, merak etmiyordum. kaşif ve maceraperest arasındaki farkı öğrenebilmem için ise daha zamana ihtiyacım vardı: kaşif geriye döner ya da haberleri gelir, maceraperestin ise ne bunlara ayıracak zamanı ne de arzusu vardır. dino buzzati'nin yedi ulak öyküsü içinse çok mevsim geçmesi gerekiyordu.

dedim ya, yaşadığımız sıradan hayat bana yetmiyordu.

tam da o günlerde yol arkadaşım gri ciltli bir kitapla geliverdi: guliver'in seyahatleri...

çocukluk kahramanım ve dostum guliver'le ilk önce cüceler ülkesine giderdik. sonra devler ülkesine. ardından konuşan atlar ülkesi ve en sonunda kendimizi uçan bir adada bulurduk.

kaç kez dolaştık o ülkeleri bilmiyorum ama belleğimdeki izleri giderek azalıyor. o gri ciltli kitapsa cildi dağılmış bir biçimde, üzerinde hayatın izleriyle hala kitaplığımda duruyor.

ama değişenlerin arasına ben de katılmış olmalıyım ki, yeri artık alt raflarda.

Hiç yorum yok: