21 Haziran 2013 Cuma

varsayım

bir akşam, ikea'dan aldığım ve okuma odasının penceresi önüne yerleştirdiğim iki berjer koltuktan soldakine oturmuş, bosch kahve makinesinin benim için dallmayr prodomo marka kahveden kendi elleriyle hazırladığı filtre kahveyi eti-sultani bisküvi eşliğinde içerken bir yandan da arthur k. wheelock'un hazırladığı abrams books baskısı vermeer: the complete works isimli çalışmadaki resimlere bakıyordum.

(italikleri merak ettiniz değil mi? onlar reklam. her biri için yüz amerikan doları alıyorum... şakaydı. yalnızca, cümlelerine reklam almadan konuşamayan insanların ne hissettiğini merak etmiştim: adidaslarım nerde, louis vuitton çantamla bir kombin yaptım, sadece livasybeşyüzbir giyerim, christian dior güneş gözlüklerimi bu şezlongda unutmuştum, ben audimle geldim, ve saire...)

bir süre sonra kolum yorulduğu için bacak bacak üstüne attım, sol ayak bileğimi sağ dizime koyup vermeer için kendime bir çeşit rahle yaptım. tam o sırada gözüm gayri ihtiyari sol ayağımın tabanına takıldı ve o bakış açısından bile rahatlıkla okunan 'büyük r' harfini gördüm.

"çorapları ters giymişim," diyerek, öfkeyle ayağımı indirdim. sanki, görmezsem 'büyük r' kaybolacak ya da 'büyük l' harfiyle yer değiştirecekti. bir şeyi görmeyince yok olduğunu sanırız ya; aynaya bakmazsak güzeliz, saçımız seyrelmemiş, göz kenarlarında kırışıklar yok.

(bu arada, çocukluğunuzda saklambaç oynarken ebe sizin olduğunuz tarafa yaklaştığında, onu göremiyorsam o da beni göremez düşüncesiyle siz de gözlerinizi kapatıyor muydunuz?)

emin olmak için sağ ayağımı kaldırıp onun tabanına da bakınca bir defa daha şaşırdım. çünkü orada da 'büyük r' harfi vardı ve o çoraptan bir çift daha olmadığı için karışma ihtimali yoktu. yani en başından beri her iki tabanında da 'büyük r' yazılı bir çift çorap giyiyordum ve bunu bütün bir kış boyunca fark etmemiştim.

çünkü, çoraba ihtiyacım olduğunda ne zaman o çift elime gelse "büyük r" harfini görüyor sağ ayağıma giydikten sonra diğer tekine bakmıyordum. siz olsanız bakar mıydınız?

*

tanışmalarımız, rastlaşmalarımız, hatta aşık olmalarımız da böyle. muhatabımızla aynı kitabı okuduk, aynı filme tutkun, aynı şarkıcının aynı şarkısına meftunuz, yağmurdan sonraki toprak kokusuna o da bayılıyor, pencereden yağmuru izlemeyi o da seviyor diye bir çeşit "ruh denkliği" illüzyonuna kapılıyor, geriye kalan ne varsa onların da kesişim kümesi içinde olduğunu varsayıyoruz.

sonra da yanılıyoruz.

*

benzer şeyleri (500) days of summer'daki küçük kız esas oğlana, "güzel bir kız, sırf seninle aynı tuhaf şeylerden hoşlanıyor diye ruh eşin olmaz, şapşal," dediğinde de hissetmiştim.

ve eklemiştim: "bu filmin 'o sahne'si budur. sözlüklerde, forumlarda, internetin türlü mecralarında aynı filmi izledikten sonra "vay be!" dediklerini, aynı konsere gittiklerini fark eden, ellerinde bir fincan kahveyle yağmuru izlemeyi ortak bir zevkle sevdikleri için, hayatları boyunca aradığı erkeği ya da kadını bulduğunu sanan sanal alem müritlerine gelsin bu cümle. bu cümleyi, hâlâ ders almamış olanlar için bilgisayarlarını her açtıklarında okusun diye bir virüs programıyla ekranlarına çakmak gerek. ariel bold. üstelik italik."

2 yorum:

Unknown dedi ki...

Bazen sana inanmaya o kadar yatkın oluyorum ki.. mesela 2 paragraf son cümle.. ve 'saire' bilmediğim çok acayip bir marka oluveriyor.. ama sonra hemen kendime geliyorum..

verbumnonfacta dedi ki...

daha önce size, "bunu kendinize neden yapıyorsunuz ki," diye sormuş muydum?