9 Eylül 2013 Pazartesi

bir masada iki kişi: bahane

çayından son bir yudum aldı, masaya bıraktığı fincanı parmak uçlarıyla ortaya doğru itti. bir süre camdan dışarı, belki de apansız bastıran yağmurda ıslanmamak için koşuşan insanlara baktı. bakışlarını oradan alıp az önce masanın ortasına doğru ittiği fincana verirken konuşmaya başladı:

- biliyorsun değil mi? aslında öyle birisi yok.

- olduğunu biliyorum. bilmediğim, bundan sonra ne gelecek? yalancılık suçlaması mı, şizofren tanısı mı?

- ne yalancılık suçlaması ne şizofren tanısı. kabul ediyorum bu şehirde öyle birisi var: çiçeklere su veren, etekleri rüzgarda uçuşan, üst geçitleri kullanan, bir bebeğin tebessümüne karşılık tebessüm eden.

- o halde olmayan kim?

- hani üniversiteden sonra, aşk önünde sonunda acı veriyorsa en iyisi aşık olmamak demiş, hesapta bir kadına aşık olmamak için aşık olunacak kadında olması gereken milyonlarca özellik belirlemiştin. işte, bu da ona benziyor: "bazı aşkların unutulması için zamana ihtiyaç vardır, önümde o kadar uzun zaman olduğunu sanmıyorum, bu boşluk tam onun boyutlarında nasıl bir başkası ile dolsun"lar falan...

*

bekleyelim ve görelim. ilki geçmişti. belki bu da geçer. o kadar zamanım varsa. 

2 yorum:

Candan dedi ki...

"bu boşluk tam onun boyutlarında..." diyebilecek kadar emin olabilmek güzel ve güven verici bir duygu olmalı.
her şey gönlünüzce olsun.

verbumnonfacta dedi ki...

kalbin en güvenilmez yerimiz olduğunun farkındayım. duyguların da sarkaç misali bir uca vardıktan hemen sonra son hızla diğer uca yol almaya başladığının da...

bu cümleyi kurduğumda hissettiklerimden emindim. üzerinden geçen zaman emin olmakla hata yaptığımı falan söylemedi.