30 Kasım 2013 Cumartesi

bir ahmet uluçay şiiri: davet

bu coğrafyanın "en güzel abi"lerindendi. "her ölüm erken"di ama o gerçekten erken gitti. ebediyete yürüdüğünde otuz kasımdı, dört yıl önceydi. dileyelim ki, ohepvarolan şefkatini hiçbir zaman ondan esirgemesin.

gitmezden önce bir şeyi çok istemenin o iş için yapılacak en güzel dua olduğunu, eğer çok istersek hiçbir şeyin hayal olmadığını, karpuz kabuğundan da gemiler yapılabileceğini, bozkırda deniz kabuğu bulmanın mümkünlüğünü öğretti bize.

ve adalet için beklemeye gerek olmadığını, tanrının bu dünyada da adaletli olabileceğini... yoksa karpuz kabuğundan gemiler yapmak iki bin dört yılı uluslararası istanbul film festivalinde "en iyi film" ödülünü kazanır, iki bin beş yılında siyad tarafından "en iyi film" seçilir miydi? hepsinden daha önemlisi, o adalet olmasaydı dünyanın en güzel insanlarından sevin okyay "benim kahramanım ahmet uluçay" başlıklı nefis bir yazı yazar mıydı?

şairdi aynı zamanda. ikinci yeni değil belki. neo-epik'in yanından bile geçmiyor. sinemasının yanında sönük belki ama baştan ayağa duygulu saf bir şiir bu. "kamyonunun egzoz sesiyle" mi yazdı bilinemez ama ikindiyazıları'nda* yayınlanmıştır.

*

beni sen çağırdın
dedin:
ben çiçekleri saksılarda okşadım hep
karlı dağları tablolarda
var olduğuna inanmak ellerimle
ellerinden tutmak isterim senin
beni sen çağırdın
dedin:
gel al, götür beni
bu istanbul'da büyük aşklar yaşanmaz
yalanın, sahteliğin şehri burası,
naylon ekmekler yenir burda
naylon tebessümler, naylon selamlar
naylon kalplerle sevilir burda
beni sen çağırdın
dedin:
ben yerimi buldum artık
kuru ekmeğine hasretmişim yıllardır
sahte güneşlerle aydınlanmıyor içim
gel, al götür beni, gel al, götür
mühr-ü süleyman'ı tanıdım ben
umrumda değil, belkıs'ın sabâ'sı
beni sen çağırdın
sen, istanbul'lu kız, padişahın kızı
ben anadolu'da bir çoban, taa uzak köylerden
ateşle su hikayesi yani
yani bizimki masal, bizimki efsane çok eski tarihlerden
uyanıverdi hülya, öpünce kirpiklerinden
beni sen çağırdın
bir kahramanı çağırır gibi tarih sayfalarından
topraklardan silkindim, mumyalardan çözüldüm
lahidleri devirip attım üstümden
çıkıp geldim elimde asa, ayağımda çarık
çıkıp geldim kenan çobanları gibi kitab-ı mukaddes'den
farzet ben musa, sen bana inanmış
ardımızda firavun'un zulmü, önümüzde deniz
yanımda sen, eteğini tutmuş doğmayan çocuklarımla ben-i israil
hani benimle gelecektiniz
gelmediniz, gelmediniz
beni sen çağırdın
öyle içtendi bu davet, öyle yürekten
ve öylesine susamış, öylesine tertemiz
sana sevgi, sana selam, sana kurtuluş getiriyordum asrı saadet'den
farzet ben ashab-ı kehf'den biri
üç yüz yıllık uykunun mağaralarından çıkıp geldim
geçmedi elimizdeki akçelerimiz


*: başlı başına bir yazı konusu olması gereken ikindiyazıları, kahramanmaraş'ın andırın ilçesinde çıkan andırın postası'nın sanat ekidir. davet,"ayda bir yayınlanır" notuyla çıkan ikindiyazıları'nın doksan iki eylülünde yayınlanan yüz yirmi birinci sayısında yayınlanmıştır. o sayının yayın yönetmenliğini ise serhat çıtak yapmıştır.

notgibi: hem suskunluğundan hem konuşkanlığından hayata dair çok öğrendiğim mesai arkadaşım şükrü bey şairlerin ilk kitaplarına duyduğum ilgiyi öğrendiğinde elinde ne kadar taşrada çıkan-çıkmış edebiyat dergisi varsa bana hediye etmeseydi ne ben dünyanın en güzel edebiyat dergisi ikindiyazılarını biliyor olurdum ne de bu yazı...

4 yorum:

Hayal Kahvem dedi ki...

ne hoş şiir!

ahmet uluçay'ın şair olduğunu bilmiyordum.

sevindim...

verbumnonfacta dedi ki...

bilmez misiniz, bu coğrafya adamı şair yapar.

üstelik "davet" benim için en anlamlı şiiri olsa de en güzel şiiri değildir. asıl ikindiyazıları-yüzonaltıncı sayıda yayınlanmış olan "çoban masalı"nı okumalısınız.

Hayal Kahvem dedi ki...

vnf,

"çoban masalı"nı yeni okudum.
çok güzelmiş.
çok sevdim.

teşekkür ederim.

verbumnonfacta dedi ki...

sonunu bir defa daha okuyun, derim.