23 Mart 2014 Pazar

kibir

bir

bilimler gelişiyor, gündelik hayat değişiyor ve yaşam bir çok şeyi ulaşabileceğimiz yerden uzağa itiyor.

bazan uzağa itilmiş o  şeyler bizi buluveriyor; yakalanıyoruz ya da tam da yerine denk geliyor.

ve ben şimdi, bir sait faik ruh haliyle, beni neden bu günlerde buluverdiğini bilemediğim iki eski hikayeden bahsetmek istiyorum.

iki

eskiden,
şövalyelerden sonra ama.
bazı adamlar savaşa giderken kırmızı esvaplar giyermiş.
düşmanları onlara daha kolay nişan alsın, dostları kahramanlıklarını daha kolay görsünler diye.

diğeri bir shiller şiiri: tahtın varisi güzel prenses, etrafında, prenses beni farketsin diye dolaşan şövalyeler, soylular ve babasıyla birlikte arenadaki gösterileri izliyormuş. kendi ışığını yayan iki parça aydınlıkçasına zarif ellerini gözlerden saklayan eldivenlerin tekini çıkartıp aşağıya, aslanların arasına atıvermiş. ve başını çevirmeden, etrafındakilerin duyabileceği bir sesle, "kim o eldiveni bana getirirse onunla evleneceğim," demiş. etrafı kaplayan sessizlik merdivenleri inen bir çift ayak sesiyle bozuluvermiş. diğerlerinin arasından ayrılan bir şövalye merdivenleri inmiş, arenayı dolduranların, hatta aslanların şaşkın bakışları altında eldiveni alıp merdivenlerden geriye çıkmış. eldiveni prensesin kucağına bıraktıktan sonra yüzüne dahi bakmadan arkasını dönüp gitmiş. bir çift ayak sesi kalmış geriye...

üç

ana akım sinemanın, yani hollywood'un klişe yüklü, sıradan filmlerinden birinde, şeytanların en cazip olanı, "kibir en sevdiğim günahtır," derken, bir başkasında, cinayetlerinin anatomisini kutsal kitaplardan ve dante'den çıkartan katilimiz, yedi büyük günahtan biri sayılan "kibir"e sanat dolu bir ceza planlıyordu.

dört

şimdi burada oturmuş yazdıklarımı yeniden okuyor, içinde bulunduğum "razılık hali"nin "kibir"e denk düşmesinden korkuyorum.

belki de, "başkalarına edilgenlik gibi görünse de, hayat ne getirirse getirsin üstesinden gelebileceğime inandığım için," diyerek başladığım cümlelerle savunmasını en iyi biçimde geliştirdim sandığım "edilgenlik" ve "razılık"tan vazgeçmeliyim.

hangisi olduğuna ilişkin inancım bulanıklaşıyor çünkü: kendine güven mi? kibir mi?



meraklısıiçinnot: o iki öykü sırasıyla, kırmızı esvaplı hainler ve shiller'in eldiven isimli şiirinden. sıradan hollywood filmimizin adı the devil's advocate, şeytan ise al pacino. entelektüel katilimiz, john doe ise se7en'ı şenlendiriyordu.

Hiç yorum yok: