1 Mart 2015 Pazar

bir masada iki kişi: beni özledin mi?

çayından son bir yudum aldı, masaya bıraktığı fincanı parmak uçlarıyla ortaya doğru itti. bir süre camdan dışarı, belki de apansız bastıran yağmurda ıslanmamak için koşuşan insanlara baktı. bakışlarını oradan alıp az önce masanın ortasına doğru ittiği fincana verirken konuşmaya başladı:

- iki hafta oldu ve sen hâlâ susuyorsun?

- iki hafta değil. on iki gün ve bir kaç saat daha.

- yine de kısa sayılmaz.

- aslında düşünüyorum.

- neyi?

- konuşmaya başlayacağız. bir kaç cümle sonra uzanıp masanın üzerinde duran elimi tutacaksın. sonra yavru kediler gibi ya da "yavru kedi yutmuş gibi" bakacak, "beni özledin mi?" diye soracaksın. ben sana "bu soru sorulmaz. cevabı sormakla alınan cevaplardan değil çünkü," falan diyeceğim. ısrar edeceksin. "basit bir soru sordum", "evet ya da hayır demen yeterli", "sadece evet diyeceksin" vesaire...

*

uzanıp masanın üzerinde duran elimi tuttu. bakışlarımı yakaladı. "beni özledin mi," diye sordu.

2 yorum:

N.Narda dedi ki...

sorulmasından nefret etmeye başladığım soru.

verbumnonfacta dedi ki...

varoluşumuzdan kaynaklı bir sancıyla kelimelere muhtaç olduğumuzu inkar etmiyorum. ama bazı cevapların soruya ihtiyaç duymadığına da eminim.