23 Mayıs 2016 Pazartesi

veleybol

o günler aklıma ne zaman gelse, onlara neden "edahu" diye tek bir isim yapmadığım(ız)ı kendime çok sordum ama tıpkı şimdi olduğu gibi bir cevap bulamadım. oysa o ikisi her zaman birlikte dolaşır, kaynağını gençlikten alan küstah ve şenlikli güzelliklerini nereye gitseler oraya taşırlardı.

bir gün yanıma geldiler. neşeli, vurdumduymaz, genç. ayak üstü bir süre konuştuk. sonra ahu, "voleybol desene," dedi.

"veleybol."

gülerek gittiler. biraz şaşkın, biraz şapşal gidişlerini seyrettim.

ilkokul beşinci sınıf. fen bilgisi dersi. konu da "duyu organlarımız ve görevleri" gibi bir şey.

bir deneyimiz var. gözleri bağlı bir öğrencinin etrafında halka olan bir grup öğrenciden bazıları yeri geldikçe ellerindeki çakıl taşlarını birbirine vuracak, gözü bağlı deneğimiz de, görmese bile sesin kaynağına yönelecek.

gözleri bağlı öğrenci bendim. öğretmenimiz kadriye hanım gözlerimi bağladıktan sonra sordu: beni duyuyor musun?

"hayır öğretmenim."

sınıfta gülüşmeler. bu soru ve cevap bir kaç defa daha tekrar etti. gülüşmeler de. giderek çoğalan gülüşlerin sebebini en sonunda çözdüm ve sonrasında soruyu duyduğum halde cevap vermedim. sonra da ellerindeki çakıl taşlarını birbirine vuran arkadaşlarıma yürüdüm durdum. demek ki, bazan kulaklarımız gözün yerine iş görebilir. ve böylece göz de rahat rahat ağlayabilir.

bir kaç defa daha geldiler. "voleybol" dememi istediler, "veleybol" dedim, güldüler, gittiler. ben de gidişlerini seyrettim. her defasında daha şaşkın, daha şapşal. nihayet, herhalde benim tek başıma anlayamayacağımı anladılar da "sen voleybol değil veleybol diyorsun," dediler.

"veleybol... veleybol... veleybol... voleybol..."

artık voleybol diyorum.

ve bu, bizi kaçınılmaz olarak mahallenin yakışıklı abilerinden atilla atalay'ın bisıklet adındaki öyküsüne götürüyor.

ve bir defa daha anlıyoruz, onun "anlatılan sizin hikâyenizdir" derken ne demek istediğini.

Hiç yorum yok: