30 Haziran 2016 Perşembe

oz büyücüsü'nün adam fawer hâli: oz

ya da "olasılıksız ve empati'nin yazarı adam fawer"ın son romanı.

evet, tırnak içi. çünkü romanın kapağında öyle yazıyor.

*

"bestseller" diye isimlendirilen, "çok satan" kitaplardan uzak durmayı tercih edenlerdenim. herkes gibiyim yani. sıradan.

bu yüzden, "çok satan", hatta "çok ve uzun satan" kitapların belki de en güzeli olan nietzsche ağladığında'yı kaçırabilirdim ama kitabı okuduğumda henüz korsan baskısı kaldırım sergilerine düşmemişti. baskı sayısı ise henüz tek haneli sayıları gösteriyordu.

bunları söylerken, söz gelimi masumiyet müzesi ya da mücellâ'yı ve bir kaç kitabı daha çok satacağını bilerek aldığımı da itiraf etmeliyim. ve şimdi bir tamlama: "olasılıksız ve empati'nin yazarı adam fawer"ın son romanı oz'un yazarı adam fawer'ın ilk romanı olasılıksız da onlardan biriydi.

o sıra kaos teorisi ile ilgiliydim ve henüz hem alev alatlı'nın kabus ile rüya'sı hem bilim teknik yayınları'ndan çıkan kaos (james gleick) ile rastlantı ve kaos'un (david ruelle) tadı damağımdaydı.

ama karşıma çıkan, olasılık bahsinden yola çıkarak yazılmış, sürükleyici, sinemasal bir anlatıma sahip, içinde cia ve fbi'ın cirit attığı bir macera romanı olmuştu. sanki yazar, hollywood için yazılmış bir senaryoya biraz ekleme yapmış ve roman olmuştu. kaldı ki o ara matematik konulu filmler pek modaydı. hatta şöyle devam etmiştim: "eğer öyle değilse de eklendiğini düşündüğüm fazlalıklar budanarak roman senaryoya dönüşür ve yakında sinemalarda da fırtına gibi eser."

nihayetinde olasılık teorisinden, teolojiden, fizikten özellikle de kuantum fiziğinden çokça bahsederek önemli şeyler anlatıyormuş gibi yapan kitabın tek derdi vardı; bizi son durağa ulaştırmak.

"olasılıksız ama imkansız değil" diyen cümleyi deftere not etsem de, biliyorum ki gündelik hayatın içine "sürpriz"i sokarak o meseleyi halletmişiz: sürpriz, zayıf ya da hesaba katılmayan bir ihtimalin gerçekleşmesidir. bir de borges var. "imkansız, reddedilmiş mümkündür ve kuzeye gidildikçe imkansızlar çoğalır," diyen borges...

her şey defteri-iki'yi karıştırınca, laplace'ın deterministik dünya kabulünden yola çıkan kitaptan satranca dair bir kaç cümle, bir de ahkâm çıktı karşıma: "biri eğer fizik kurallarını ve bir an için evrendeki her şeyin konumunu bilirse, o kişi olan her şeyi bilebilir ve gelecek tüm tarihi de bilebilir," cümlesini yazmış, hemen altına "ve biz ona tanrı diyoruz" demişim.

daha orijinali yayınlanmadan türkiye'de türkçe çevirisi yayınlanan empati'yi okumadım bile. çünkü, adam fawer'a "ayırdığım süre" dolmuştu. kitap hakkında bildiğim bir kaç cümleyi de bu yazıyı yazarken öğrendim.

şimdi ise mevsimlerden yaz. insanlar kumsala indi, denize koşuyor. yeni bir adam fawer kitabı için şartlar müsait yani. türkiye'deki yayıncısı da arayıp, "'adam'ım seninle iyi bir dalga yakaladık. önümüz yaz. bunu kaçırmayalım," demiş galiba. o da elindeki malzemelere bakıp, bir zamanlar yaratıcı yazarlık dersinde işlediği konuyu, yani oz büyücüsü'nü ele almış. hikâyeye bir başka karakterin gözünden, uçan maymunun gözünden bakarak her şeyin sonrasını anlatmış.

sonrası malum. tıpkı empati de olduğu gibi bu kitabın da ingilizcesinden önce türkçesi yayınlanmış. bence olur. ne de olsa korsan baskılarıyla beraber bir milyondan fazla satan bir yazar söz konusu. o da durumun farkında ve önsözde türk okurlara "siz olmasaydınız ben de olmazdım" diyerek teşekkür etmiş. çünkü, onların baş tacı ettiği olasılıksız'ın ülkesi amerika'da esamisi bile okunmuyormuş.

yazar, tanıtım röportajlarında oz'un ikincisini de müjdelemiş. sihirli değil bilimli bir devam. ilk kitabı tamamen baş aşağı çevirip tüm bu sihrin gerçekte nasıl çalışabileceği, oz'un da bilimsel düzlemde nasıl var olabileceği üzerine bir anlatı. önümüzdeki yaz muhtemelen. tatil için bavullar hazırlanmaya başladığında.

26 Haziran 2016 Pazar

dakika ve skor

"o kadın telefon ettiğinde mutfakta kendime makarna pişiriyor, bir yandan da rossini'nin radyoda çalan hırsız saksağan uvertürüne eşlik ediyordum, ki makarna pişirmek için bu kadar uygun bir müzik olamaz."*


*: haruki murakami, zemberekkuşu'nun güncesi

23 Haziran 2016 Perşembe

bir soru

ama "günün sorusu" gibi değil. daha çok münazara tadında.

*

diyelim ki bir kitap çeviriyorsunuz. portekizceden türkçeye. ve orijinal metinde bir fransız şairden fransızca bir dize var. hem şair hem de dizenin alındığı şiir türkçe'de biliniyor, üstelik şiirin kabul görmüş bir çevirisi de var.

bu durumda ne yapardınız? o dize için bilinen çeviriyi mi kullanırdınız, yoksa o çeviriyi görmezden gelerek yeni bir çeviri mi yapardınız?

ben şahsen kabul görmüş çeviriyi tercih ederdim. talât sait halman çevirileri bir anıt gibi orada dururken shakespeare çevirmeyi aklıma getirmezdim. türkçede sabri esat siyavuşgil'in cyrano de bergerac'ı varken edmond rostand'ın bu ünlü oyunundan tek bir kelime dahi çevirmeyi ayıp sayarım.

*

bahsi geçen dize, fransızların ünlü şairi françois villon'un ballade des dames du temps jadis şiirinden mais où sont les neiges d'antan. kitabın* çevirmeni, nerede o eski karlar şimdi, demeyi tercih etmiş. sabri esat siyavuşgil'in, ama nerde bıldır yağan kar şimdi, diyen çevirisi bence çok daha güzel.

hiç olmazsa şiirin adında uzlaşmışlar: evvel zaman kadınları baladı...



*:josé saramago, ölüm bir varmış bir yokmuş

21 Haziran 2016 Salı

kör dövüşü

iki adam oturulmaktan, zamandan ve hatta yan yana durmaktan eskimiş koltuklarına oturmuş, yaşlılığın ellerinden aldığı neredeyse kör gözleriyle badanası yıllar önce beyazdan griye dönmüş duvarı seyrediyordu. alınlarında vantilatörden gelen rüzgâr, kulaklarında açıldığı günden sonra hiç kapatmadıkları siyah beyaz televizyondan gelen dalga sesleri.

sanırım aynı düşü görüyorlar: deniz kenarında, tahta masalı bir çay bahçesi, masa örtüsünün eteği rüzgârda çırpınıyor.

bize göre solda ki, kulağı delik olan yani, söze başlarken hep yaptığı gibi hafifçe öksürdü.

- adam günleri sayacak kadar sevmiş demek ki. feriha geldi aklıma. yıllar sonra adını söyledim. ismini söylemek bile çok zevkli. yüzüme sıcak bir yaz gününde hafif ve ılık bir rüzgâr esivermiş gibi hissettirdi. zeliha ise, hüzünlü biraz. hak ettiği güzellikte hiç beklenmemiş gibi zeliha. mahzun. ama çok güzel. mahzunluk birine ancak bu kadar yakışır.

bize göre sağdaki, konuşacaksa da durup susmayı seçen yani, sağ dirseğini koltuğun kenarından kaldırıp elini itiraz edercesine salladı.

- o zeliha ki, yıllarca beklenmiştir kendisi. eminim bir allah kulu öyle beklenmemiştir. ve o geldiğinde ona yüründüğü gibi 'aldım verdim ben seni yendim' adımlarıyla hiç kimseye yürünmemiştir. ama haklısın: çok güzel...

17 Haziran 2016 Cuma

dakika ve skor

"anlatımda kısalık ve özlük yanlısı olanlar, az sözle çok şey anlatmayı sevenler, söz gümüşse sükût altındır diyenler, anlatılan fikir böylesine basit olmasına karşın en sonunda bu yaşamsal noktaya gelebilmek için neden bu düzey bir akıl yürütmeye gerek duyulduğunu kendilerine sorabilirler. cevap gayet basit ve biz bu cevabı güncel, son derece modern bir terim kullanarak açıklayacağız, bu sayede bu ana dek yer verdiğimiz eskil kullanımları da bir nebze telafi etmiş olabiliriz, birçokları bu tür sözcükler kullanarak metni küf içinde bıraktığımızı düşünmüş olabilirler, bunun nedeni background kaygısıdır. background dediğimizde herkes neden bahsettiğimizi anlamaktadır, ancak bayağı bir şekilde arka plan demiş olsaydık, bazı şüpheler oluşabilirdi ve biz yine o lanet eskil terimlerden birini kullanmak zorunda kalırdık, öte yandan bu terim gerçeğe de çok uygun olmazdı, çünkü background sözcüğü sadece arka plan anlamına gelmez, bu kavram incelenmekte olan nesne ile ufuk çizgisi arasında var olan sayısız arka planı içerir. bu bağlamda meselenin çerçevelenmesi dememiz daha uygun olacaktır. tamı tamına böyle, meselenin çerçevelenmesi denecektir."*


*: josé saramago, ölüm bir varmış bir yokmuş

15 Haziran 2016 Çarşamba

allaha adanan yumruk

bin dokuz yetmiş dört.

muhammed ali'nin vietnam savaşına gitmeyi reddettiği için politikacı eliyle alınan unvanını yumruklarıyla geri aldığı günlerde türkiye'de bir kitap görücüye çıkar: allaha adanan yumruk: muhammed ali...

hareket yayınları tarafından basılan bu kitabın yazar hanesinde bekir toprak yazar. başka bir kitabın kapağında bekir toprak yazıyor mu bilmiyorum ama bu ismi kendine müstear seçen kişi mustafa kutlu'dan başkası değil.

mustafa kutlu'nun kısa zamanda yazdığı muhteşem metne muhammed ali'nin türlü mecralarda yayınlanan fotoğrafları da eklenir. hatta bir de poster konulur. kitap rağbet görür, bir kaç defa yeni baskı yapar.

yaklaşık bir yıl sonra bir adam çıkagelir. yayınevine gelen bu keçi sakallı, ufak tefek adamı tanıyan, neden geldiğini bilen yoktur. bu şahıs, yani mehmet biber, amerika'da yaşayan meşhur bir foto muhabiridir ve allaha adanan yumruk: muhammed ali kitabındaki fotoğraflar için gelmiştir. fotoğrafları çeken kişi olduğunu söyler ve telif talep eder.

mustafa kutlu ve yayınevindekiler böyle bir durumla daha önce karşılaşmadıkları gibi telif hakkı ihtimalini de hesap etmemiştir. nihayetinde bu fotoğraflar sağdan soldan derlenmiştir. ama mehmet biber, fotoğrafları kendisinin çektiğini, yayınlandığı mecralarda isminin bulunduğunu ispat eder. başka bir deyişle talebinde haklıdır. hakkı olan meblağ oldukça fazladır ama daha azına razı gelip neredeyse kitabın bütün gelirini alıp gider.

geriye genç mustafa kutlu ve arkadaşları için yayın dünyasına dair bir ders kalır.

12 Haziran 2016 Pazar

günün sorusu: öngörü

şeytanı yaratan ve o bildik hikâyedeki bahse tutuşan tanrı, şeytanın daima güçlülerle ittifak kuracağını öngörememiş olabilir mi?

8 Haziran 2016 Çarşamba

üç şey

"bir kadınla," der, lawrence durrell. "üç şey yapabilirsin: ya onu seversin, ya onun için acı çekersin ya da onu yazarsın."*

bazan o "üç şey"in arasına "ya" yerine "ve" koyar, bir tarih inşa edersiniz: sever, sonra acı çeker, acınız azalsın diye yazarsınız. en azından azalmasını umarak.

bazan da, "hem" girer araya. herhangi bir kadın için değil elbette. o kadın için.


*: iskenderiye dörtlüsü

4 Haziran 2016 Cumartesi

muhammed ali

"kelebek gibi uçarak" geçti gitti dünyadan.

doğumunda verilen adı cassius marcellus clay jr. olsa da 'asıl adı'nı sonradan buldu: muhammed ali...

şairdi. dervişti. şampiyondu.

bir kelebek. bir arı.

kahramandı. kahramanımdı.

olimpiyat madalyasını nehre bir tek o atabilirdi.

başarı, ün, para... hepsine sahipti. korumak için savaşa gitmesi, belki de gidiyormuş gibi yapması yetecekti. ama o kendisinin olmayan bir savaşta taraf olmayı reddetti.

belki de amerika, yanında o olmadığı için uzakdoğu'dan ağzı burnu dağılmış olarak döndü.

sponsorlar, siyasetçiler, zenginler için değil fakirler, çocuklar, işsizler için dövüştü.

kimsesizler yurdundaki yalnız ve üşümüş çocuklar için, pis bir sokakta müşteri bekleyen yaşlı ve yorgun fahişeler için, meyhanede oturmuş demlenen yalnız kalpler için, kocası terk etmiş gencecik anneler için salladı yumruğunu.

dövüştü. savaştı. baş kaldırdı. kelebek gibi uçup, arı gibi soktu.

nazar boncuğu yerine, son yıllarda giyindiği "gönül adamı" kimliği belki de tek kusuruydu. oysa o, ne mandela ne dalai lama, sadece ali'ydi.

ve "kelebek gibi uçarak" geçti gitti bu dünyadan.

babamın muhammed ali maçı izleyebilmek için arkadaşlarıyla gazinolarda sabahladığı geceler geçti gitti.

dünyanın bir ucundaki bir tenis maçını izlemek için uykusuz kaldığım gecelerde, tıpkı babam gibi, deyip tebessüm ettiğim zamanlar gitti.

ince uzun bedenlerine ali yazılı tişörtler giymiş genç çocuklar kaldı geriye.

bir de uyandığı yer yatağında sırtını yastığa, başını duvara vermiş, telefon ekranına bakarak bu kırık dökük yazıyı yazmaya çalışan, kendini daha yaşlı hisseden bir adam...

3 Haziran 2016 Cuma

kısa kısa - yirmi

* "sensizim yaban ellerde dilara" diyebilmek için dilara adında bir sevgilim olsun istiyorum. bir şarkının insan üzerindeki etkisi daha fazla ne kadar olabilir ki?

* hayat çelişkiler ve ironiyle dolu. ideolojiler ve bilim ise çelişkisiz mutlaklık iddiasında. camus olsaydı, absurde derdi. bense -türk dil kurumu güncel türkçe sözlük'e de danıştıktan sonra- absürt diyorum.

* ufkumuzu daha da ileri taşıyanlardan nuri pakdil, "söylenmemiş söz"ü olduğunu iddia edenleri bilgece uyarıyor: söz bitebilir, fakat sükût hiç bitmez. çünkü o, dünyanın en uzun cümlesidir.

* ferruhzad hep doğru söylüyor: kuş ölür, sen uçuşu hatırla...

* heidegger'in tdk büyük türkçe sözlük için yazdığı "noksanlık" maddesi: "birbirine ait olanın, henüz bir arada olmayışı."

* freud da bozuk saat gibi. günde iki defa doğruyu söylüyor: hüzünde değersiz ve bomboş olan dünyadır; melankolide ise ben'in kendisi.

* tamam, iki defa çok.

* "tanrım size bir salıncak! (edip cansever, salıncak)"

* ıhlamur günlükleri'ne nazire: ne zaman birisiyle karşı karşıya gelsem sağa ya da sola hamle yapmak yerine hep olduğum yerde durdum. onlarsa ya durdular benim gibi ya da sağımdan solumdan geçip gittiler.

* australian open iki bin on altı şampiyonları erkeklerde "küstah sırp" djokoviç, kadınlarda ise bir sürprize imza atan angelique kerber oldu. djokoviç finalde taze baba "kendini ingiliz sanan iskoç" murray karşısında 'üç-sıfır'lık rahat bir galibiyet alırken, kerber de kariyerinin en büyük başarısını serena williams'ı 'iki-bir'le geçerek kazandı.

* turnuvanın kayda değer tek hikâyesi verdasco'nun yedi yıl öncesinin rövanşını nadal'dan almasıydı. ki, o günlerde dayanamayıp hemen anlatmıştım. "iyi aile çocuğu" federer ise "klasik 'üç-bir'lik djokoviç mağlubiyeti"ni bu defa yarı finalde alarak elendi.

* sevgili ibrahim tenekeci dostluk ve yılların verdiği bir tecrübeyle hatırlatıyor: iyi niyetin kaderi, çoğunlukla, kötüye kullanılmaktır.

* "tanrılar ölümlülerin başına çorap örerler, gelecek kuşakların şarkısını söyleyecek bir şeyleri olsun diye. (homeros, odysseia)"

* "uçakların havada bıraktığı izlerin bir adı olmalı ve bu ad gözyaşının yüzdeki izine benzemeli. (bahadır cüneyt yalçın, hep lunapark)"

* stalin'e sormuşlar: bu yoldaş muazzam aşk şiirleri yazıyor basalım mı? "iki adet basın," demiş stalin de. "birini kendine verin diğerini sevgilisine."

* david bowie'nin ardından en güzel lafı arsenal teknik direktörü ve filozof arsene wegner söylemişti: david bowie'nin benim neslime ikinci dünya savaşı'ndan sonra verdiği mesaj çok mühimdi. bıraktığı mesajı hiç unutmadım: kendin olabilecek kadar güçlü olmalısın.

* "imkânsız, mümkünün hemen yan komşusudur; insanlar sürekli olarak yanlışlıkla ziline basarlar. (tibor fischer, düşünce çetesi)"

* güzel insan aliya, konuşmalar'da "bizler insan olmaya ve insan kalmaya çalıştık ve başarılı olduk," der ve biz buna hiç şaşırmayız.

* adlar mezar taşları içindir.

* "sen uyu sanço, sen uyumak için doğmuşsun. ben nöbet beklemek için doğmuşum!"

* tanpınar konya'dan bahsediyor: "tıpkı bugün için verebileceği her şeyi verdikten sonra, sizden uzakta geçmiş çocukluğunu ve gençliğini de hediye etmek isteyen, kesik, başı boş hatırlamalarla onları anlatan, güzel ve sevmesini bilen bir kadın gibi mazisini açar."

* belki de "ideal kadın"ı tanımlıyor.