26 Ekim 2016 Çarşamba

çağrı

feridun attar'ın ölümsüz eseri mantıku't tayr'da, "hz. yûsuf ve hz. yakup" başlıklı nefis bir bölüm vardır. ve bildik hikâyeye başka bir açıdan yaklaşır.

yûsuf babasından ayrı düşünce yakup'un gözleri ağlamaktan görmez olmuştur. dilinde de daima yûsuf vardır. nihayet, cebrail gelir ve "bundan böyle eğer yûsuf'un adını anarsan adını diğer nebiler arasından sileceğiz," der.

(tam burada, bazan ayet bazan hadis olduğu iddia edilen, aslında mevlana'ya ait bir sözü hatırladım: allah der ki: "kimi benden çok seversen, onu senden alırım,'' ve ekler: "onsuz yaşayamam deme, seni onsuz da yaşatırım.")

yakup, hakk'tan böyle bir emir gelince dilinden yûsuf'un adını anmaz olur. ama mübarek adı elbette gönlündedir. bir gece yûsuf'u rüyasında görür ve onu yanına çağırmak ister. ama hakk'ın yûsuf'un adını anmaması yönündeki emrini hatırlar ve perişan bir şekilde susar. yine de bir "ah!" geçer içinden. "ah!.." rüyasından uyanıp yerinden fırlayınca, cebrail gelir ve cenab-ı hak şöyle buyuruyor der: "gerçi yûsuf'un adını anmadın ama bir ah çektin. âhındaki manayı anladım. tövben bozuldu."

hüdhüd hikâyenin sonunu, "akıl bu işte. deliye divaneye döner. aşıklığın bize neler ettiğine bak," diye bağlar.

(böylece nar ağacı'nın zehra'sının, setterhan'la karşılıklı söyledikleri, "sen öyle çağırmasan ben böyle gelmezdim," cümlesi de manaya kavuşur.

"z" harfindeki eğik çizgiyi tam ortadan kesen, alttaki ve üstteki çizgiye paralel üçüncü çizgi de...

ve dahi, "i" harfinin kelimelerin üzerine rüzgâra maruz bir yağmur gibi eğik düşen noktası da...)

Hiç yorum yok: