1 Eylül 2017 Cuma

babamın montu

fotoğraf. aile albümünü karıştırırken karşıma çıktı.

siyah beyaz. aslında siyah beyazmış gibi yapıyor demek daha doğru.

iki binlerin başı. ankara. tarihi hatırlamasam da o günü hatırlıyorum. neresi olduğunu, takvimin sonbahardan kışa koştuğunu.

sevgilim ve ben. yüzümüzü hafifçe sola dönmüşüz. yüzümüzde batmaya hazırlanan sonbahar güneşinin izleri. cevo'ya bakıyoruz. sevgilim çok güzel. gamzelerini de getirmiş. "bu kadar" gözleri ve o gözleri gölgeleyebilmek için upuzun olmaya mecbur kirpikleri de yanında. ay çiçeği tarlalarından geçiyor gibiyim. benimse yüzümde tebessüm, üzerimde babamın montu.

*

o yaz annem atılacak giysilerden bir yığın yapmıştı. montu o yığında nasıl gördüm bilmiyorum ama gördüm. ekose desenli, ekoseleri siyah ve grinin tonları olan bir mont. eskimiş ve yıpranmış da. kolundaki metal çıtçıtlar paslanmaya başlamıştı mesela. babam, elleri sığabilsin diye yan ceplerin astarını sökmüş.

yine de çekip aldım o yığından. kuru temizlemeye verdim. bavula koyup ankara'ya getirdim. sonra serin bir ankara sabahında ilk defa giydim. sonbahardı. yürüye yürüye kızılay'a gidiyordum. ve hayal kuruyordum.

kurtuluş parkı'nın içinden geçiyordum ki hayallerimin tam orasında babamla konuşmaya başladım.

o montla siyah beyaz bir fotoğraf çektirmek ve arkasına, "görüyor musun baba? sana ne kadar çok benziyorum," yazıp babama yollamak istedim. ve hayalimin tam burasında kendimi tutamayıp salya sümük ağlamaya başladım.

sonbahardı. o sabah kurtuluş parkı'ndan ağlaya ağlaya geçtim.

babamı çok özledim.

*

şimdi bayram. yaz çoktan bitti. eylül oldu artık.

bu yazıyı ağlaya ağlaya yazdım.

bir de, babamı çok özledim.

Hiç yorum yok: