27 Şubat 2018 Salı

ilk izlenim için tek bir şansın vardır: on sekiz

"türkçe'nin en büyük yazarı" ahmet hamdi tanpınar, "türkçe'nin en büyük romanı" saatleri ayarlama enstitüsü vesilesiyle verdiği röportajda romanın kahramanı hayri irdal'la karşılaşmalarını anlatıyor. siz de, ahmet hamdi tanpınar'a bu yakışırdı, diyorsunuz.

*

"- bu şahsı nasıl buldunuz?

- bulmadım, kendi geldi. şehir saatlerinin birbirini tutmaması yüzünden vapuru kaçırdığım bir gün kadıköy iskelesinin saatinin altında birdenbire onunla karşılaştım ve bir daha beni terk etmedi. ondan kurtulmak için bu hikâyeye başladım. bütün eserlerim böyle olur. onun içindir ki çok defa birisi tarafından anlatılır.
"

23 Şubat 2018 Cuma

bilmek

bu sabah bambaşka konular üzerine düşünürken çocukluğumun en büyük acısıyla karşılaştım. bir çeşit keşif gibiydi.

kendime klişe tabirini çoktan hak etmiş sorular soruyordum.

hayatımı yeniden yaşama şansım olsaydı aynı hayatı yaşar mıydım? durduğum yeri ve ben olmayı seviyorum. hamd ohepvarolan'a olsun. ama hayır. "hayat ne getirirse getirsin üstesinden gelirim" deme cesaretinden vazgeçmesem de bazı insanların hayatıma sokulmasına izin vermez bazı cümleleri asla kurmazdım.

hangi yıllara gitmek isterdim? altı yıl öncesi ideal. bana yeter de artar. daha geriye gitmek istemem. çevremdeki bir çok insan gibi üniversite yıllarına gitmek istemezdim mesela. bir sürü zavallılık, noksanlık, elime almak istediğim iplere bir türlü ulaşamamak, ders çalışmak... söz gelimi ders çalışmadım, çalışmaktan nefret ettim ama her defasında vicdanım rahat vermedi, ders çalışmadığım için acı çektim.

hayır, çocukluğuma da dönmek istemezdim. çocukluğum bana armağan ettiği mutluluk, heyecan ve güzelliklerin yanında şimdi ki aklım olsa, "cehalet erdemdir," diyeceğim günlerdi. özellikle kadınlar, "o daha çocuk," diyerek yanımda bir sürü şey konuşurdu; dedikodular, mahrem şeyler, sırlar... ama ben anlardım. onlar ve kendi adıma utanmak ve içten içe onları ayıplamak bir yana bir de hiçbir şey anlamamış gibi yapmak zorundaydım.

mümkün olsa, kadınlar sohbet ederken bir köşede kendi kendine resim yapan, oyun oynayan o çocuğun kulağına eğilip, "aldırma," demek isterdim. "hem bunlar ne ki?"

19 Şubat 2018 Pazartesi

aşk acısı

"birine konum atacak olsam, "ne tür manyaklarla uğraştığımı görüyor musun?" ile "allahım bunu hak edecek ne yaptım?" arasında araftayım, diye atardım" dediğinde, elimdeki işi bırakıp onu daha dikkatli dinlemeye başladım. çünkü, iyi bir hikâyenin kokusunu çok uzaktan bile alırım.

uzun süredir yörüngesinde dolanan bir kız vardı. "benimle ilgili bir planın var mı?" diye sormuş. bizimki de tam, yaşayıp görmeyi tercih ederim, diyecekken vaz geçmiş, "seni kendime aşık edip sana aşk acısı çektirmek istiyorum," demiş ve karşılığında, "en sevdiğim... bana uyar," yanıtı almış.

gülmek yerine, "demek aşk acısı? alırım bir dal, demediğine dua et," dedim de birlikte güldük.

16 Şubat 2018 Cuma

çoğul ruh - iki

geçen yıl, tam da şarkının dediği gibi "geçen yıl bu zamanlar" müptezeller'i okumuştum. kitap behzat ç. serisinin ve erken kaybedenler'in yanına bile yaklaşamıyor. başka bir deyişle emrah serbes'in deliduman'la başlayan düşüşü bu kitapla da sürüyor.

yine de çok hoşuma giden, aklıma geldiğinde ya da okurken beni ağlatan bir yeri vardı: "babamın arkadaşları cenaze namazına katılmamışlardı, tabut camiden çıkarılırken sol yumruklarını havaya kaldırdılar sessizce,"...

anlatıcının babası güzel bir adam. sendikal faaliyetleri bahane edilerek bir kaç arkadaşı ile birlikte işten çıkarılıyor. sonra bakkal açıyor, halı sahada top oynuyor falan. zaten ölüm de onu halı sahada top oynarken buluyor. sonra o arkadaşlar...

ah o arkadaşlar. sol yumruklarını sessizce havaya kaldıran arkadaşlar. avurtlar çökmüş, elmacık kemikleri çıkık, kirli sakal, üst dudakları örten sigara sarısı bıyıklarıyla sol yumruklarını sessizce havaya kaldıran arkadaşlar. her türden ihaneti görmüş çukura kaçmış gözlerinde hayal kırıklığı ve o hayal kırıklığına sebep olan rüyaya inancın inadı.

benim gözlerimde ise göz yaşı...

*

kenize murad saraydan sürgüne'de galiba kendinden bahsediyor, belleğim beni yanıltmıyorsa, aile içinde kahraman olarak anılan aile büyüklerine okulda öğretmenleri tarafından hain ya da deli denilen küçük bir kızın acısını kelimelerle resmediyordu.

kitabı okuduğumda üniversite öğrencisiydim ve hem aklı hem kalbi evde, sokakta, büyük aile içinde öğrendikleriyle okulda öğretilenler, mevcut sistemin va'z ettikleri arasında örselenen bir başka çocuk olarak onu çok iyi anlamıştım.

söz gelimi motivasyonunu daha çok vatan sevgisi ve şehitlik mertebesinden alan bir ordumuz var. inandığım şeyler büyük bir yanılgının parçası değilse vatanını, halkını korurken şehit olanların cennete gideceğine inanıyorum. bu yüzden insanların cenaze törenlerinde bandoyu, bandonun chopin'in cenaze marşı çalmasını hiçbir zaman anlamadım.

bu video belki de bu yüzden ağlatır beni.

15 Şubat 2018 Perşembe

günün sorusu: yıkım

ne zaman, yıkılmasının olanaksızlığını kavramak görevini kabul ettiğimiz gün mü öğrendik yıkmamak gerektiğini hayatımızı baştan başa?

12 Şubat 2018 Pazartesi

tehlikeli şiirler - otuz iki

bugün tehlikeli şiirler okuyalım leyla
ülkü tamer'den sıragöller mesela...

"Haşhaş tarlaları arasından geçeceksin,
Beyaz ve mor haşhaşları havaya savurarak
Yeni bir afyon bulacaksın kendine.
İşte o zaman beni unutma,
Şairini, onun şiir yazan ellerini,
İçine dizilen sıra gölleri,
Kendi kendine konuştuğun seni,
Her şeyi, hiçbir şeyi unutma.

Zakkumların arasından bir şehre gireceksin,
Aşk şiirleri, tabiat şiirleri, tarih şiirleri düşünerek
Bir dinamit yapacaksın kendine.
Korkma, ateşle onu.
Öldürecek nice balıklar vardır sularında,
Patlamayla dirilecek nice balıklar vardır.
İşte o zaman an beni, yaşa beni,
İşte o zaman unutma beni.

Hatırlanacak çok hüzünler bulacaksın,
Onların tohumunu havaya savurarak
Uzun bir yolculuk yaratacaksın kendine,
Her şeyin, hiçbir şeyin yolculuğu.
İşte o zaman an beni, yaşa beni,
Kıyılarda bile boğulan seni,
Bir saz kuşu olarak gezinen hayaletini,
Çeliğinden kemik oyan gövdeni.

İçinde bir kaçakçı yaşar senin,
Kayıkla dolaşır göllerinde,
Beynine tabanca ve şiir satar,
O kaçakçının bakışını sakın unutma."

9 Şubat 2018 Cuma

son dua

bir gün onun için dua etmeyi bıraktım. birdenbire. onu istemeyi, beklemeyi değil ama gelmesi ya da aramızda bir bağ olması için dua etmeyi bıraktım.

dua etmekten yorulduğum için değil. duanın işe yaradığına olan inancımı yitirdiğim için de değil. ohepvarolan'dan umudumu kestiğim için hiç değil.

sebebi ne olursa olsun bulunduğu yeri terk etmiyor, mevziinden ayrılmayı göze almıyor veya bir şey benden yana uzanmasına engel olabiliyorsa, başka bir deyişle beni yeteri kadar istemediği halde onunla aramızda bir bağ olsun ya da gelsin istemek zavallıca göründüğü için.

8 Şubat 2018 Perşembe

edebiyatın spor hali

yalnızca bir cümleyle gönlümüzü kazanan henry de montherlant, sadece edebiyatçı değil iyi bir yüz metreci ve çevik bir kaleciydi. aynı zamanda, sporu edebiyat alanına sokanlardan biridir.

kılıçların gölgesindeki cennet ve altın kapı önünde on birler adlı iki roman yazar. daha sonra bunları montherlant les olypiques adı altında birleştirir.

sporun şiirini, felsefesini, hümanizmasını çok formda atlet gücü ile orada yansıtır. cennetten kastı staddır. öyle bir cennet ki kişilerin soy, varlık, sınıf üstünlüklerine papuç bırakmaz. orada iltimas ve tekel sökmez. her birey, sadece vücut ve zeka yetenekleri ile yarışa katılır. öyle bir cennet ki, herkesin gerçek değeri vurulmaktadır bu mihenk taşına.

okurken adeta kanınız oksijenlenir ve "proust'un zamanında edebiyat, kapı ve pençeleri sımsıkı kapalı bir odanın içinde kalmıştı. montherlant geldi. proust'un öldüğü odanın pencerelerini ardına kadar temiz havaya açtı," diyen paul soudy'ye, haklıymışsın, dersiniz.

4 Şubat 2018 Pazar

muhayyel

şu an bir psikiyatrist kanepesinde uzanıyor ya da psikiyatristin karşısındaki koltukta oturuyor olsaydım, "kendimi bildim bileli çocuk ve şımarık olduğumu, ne olursa olsun bardağın yarısını dolu gördüğümü ama iki bin on yedi yazından bu yana çocuk ve şımarık rolü yaptığımı, bardağın yarısının da çoğu zaman boş olduğunu" söylerdim.

1 Şubat 2018 Perşembe

kürek mahkûmları

ayrılmak kürek çekerek kıyıdan açılmak gibi. denizin tartışmalı emniyetinde, kendimizi sandala değil de aslında denize emanet etmek gibi olmasıyla değil sadece.

daha çok, kıyıdan uzaklaşabilmek için kürek çekmek, kürek çekebilmek sırtımızı varış noktasına, yüzümüzü kıyıya dönmek zorunda oluşumuzla...

bunu yaptığımızda yalnızca kürek çekebilmek için doğru pozisyonu almakla kalmaz, varacağımız hedefin uzaklığından ya da geleceğin belirsizliğinden de korunuruz. mesafe gözümüzde büyümez, belirsizlik içimize korku salmaz.

yine de bir sorun vardır. yüzümüz kıyıya dönüktür ve istesek de istemesek de gözümüz kıyıdaki bazı şeylere takılır. denize bir mızrak gibi uzanan iskeleye, kumsalın yaz sonrası günlerine, teraslar halinde denize kadar inen çay bahçesine, ekose desenli örtüsü rüzgarda uçuşan masalara, masaları gölgeleyen çamlara.

ve bu çoğu zaman sancıya sebep olur.

tıpkı geçmiş gibi. hatıralar gibi.